Pazar Kahvaltısı
Torunumla Pazar sabahlarını, balkonda keyif yaparak geçiririz. Yalnızca ikimiz, kaliteli zaman geçiriyoruz. On beş yaşını yeni doldurdu, buna rağmen ayırdığı zaman için sızlanmıyor. Arkadaşlarını aramıza sokmuyor. Geçen haftaki buluşmamız her zamankinden farklı oldu.
Ben, her zamanki gibi kahvemi yudumlarken gazetemi okuyordum ve o da kendi haberleri için tabletinde takılıyordu.
Yüzü biraz asıktı.
Ama her zamanki gibi ¨Aman ananeee ya gazete ile uğraşmak yerine neden daha kolayı seçmezsin ki” diye sitemini dile getirmişti. Ben de, ”Gazeteyi ellerimin içinde hissetmeyi ve yazıları koklamayı tercih ediyorum” diye karşılık vermiştim gene.
Elimizdekilere gömülüyor ve ilginç bulduğumuz bilgileri tartışıyorduk. Her hafta mutlaka insan olma ile ilgili kafalara kazınmaya çalışılan bilgilerle doldurulmuş abuk sabuk bir test ya da anketlerden birini yapıyorduk beraber. O soruyor ve cevaplarımızın sonuçlarını itiraz ederek paylaşıyordu benimle. Bilgileri hemen kabul edememe gibi bir huyu var. Bu huyunu seviyorum. Zihnini mümkün olduğu kadar özgür bırakmaya çalışıyorum. Düşünmeye, itiraz etmeye, soru sormaya ve yeri geldiği zaman fikrini savunmaya yönlendirmek için tartışıyorum onunla. Bize aktarılan bilgilerin beyinlerimizi doldurduğunu, bizi ne kadar kirletebildiğini, yanlış yollara saptırabildiğini biliyorum. İnandıklarından vazgeçmeden ilerlemesi, ne istiyorsa ona ulaşması için çabalıyorum.
Gelecekle ilgili, yaşına göre beklenmedik planları var.
Antropoloji okumak istiyor ve sürekli insanlar ile ilgili araştırmaları takip ediyor. Bazen arkadaşlarını onunla, kabul edilebilir güncel tercihlere yönelmediği için alay ediyor biliyorum ve yaşadığı hayal kırıklığını tahmin etmek de zor değil.
Her seferinde, acaba başka bir meslek mi seçmeliyim diye sorguluyor kendisini. Dünyanın tüm yükünü omuzlarında taşırcasına bu küçük yaşında tartıyor hedeflerini, alışılagelmişle ilgilenmesi gerektiğini düşünüyor adeta. Gelecekle ilgili hayallerinin kırılmasını istemiyorum.
Gözlerine dolan yaşların akmasına engel olmaya çalışarak “Sence ben gerizekâlı mıyım, bana sürekli anormal olduğumu söylüyor arkadaşlarım. Gereksiz bilgileri takip ediyormuşum. Anlamsız bir merak içindeymişim.”
Çenesi titrerken, görmemi istemediği için bir süre başını önüne eğdi. Sarılmamak için zor tuttum kendimi.
Aslında bir bilse ki; bizi biz yapan, eşsiz kılan duygularımızdır. Hayatımızın vazgeçilmez parçaları ve davranış, karar ve düşüncelerimizin görünmeyen liderleridir onlar. Sevgi ile mutlu bir şekilde güne başlarken tesadüfen rastladığımız bir arkadaşımız kızdırabilir bizi. Yolda öfke ile eve dönerken karşımıza çıkan bebeğin gülümsemesi ile de içimiz ısınır ve gülümseriz.
Bilinçli değiliz ama her an, her türlü duygu ile hareket edebiliyoruz, anlık tepkiler verebiliyoruz. Aslında her anımızın farkında olup, iyi yönetilebilirsek, tüm duyguların hayat kalitemize etkisini artırabiliriz. Çünkü onlardan soyutlanmamız neredeyse imkânsız. Her birimiz farklı bakıyoruz dünyaya ve hislerimiz doğrultusunda ayrılıyoruz birbirimizden. O yüzden bir başkasının doğrusu anlamsız gelebilir bize, tıpkı bizim inançlarımızın ona ters gelmesi gibi.
Söylemek istediklerim dilimin ucuna kadar gelmişti.
Lütfen inandıklarının peşinden koş, umudunu ve coşkunu asla yitirme. Bizler sınıflandırılamayacak ve türlere konumlanmayacak kadar eşsiz varlıklarız. Biri istedi diye fikirlerinden vazgeçmek hayal kırıklıklarının en büyüğü olacaktır. Hayal kırıklığı yaşadıkça inancın azalır ve beslediğin umut söner. İşte o zaman bomboş kalırsın.
İnsanlar gruplar içinde kendilerini daha rahat hissederler. Bir yere ait olmak onları huzurlu hissettirir. Belki de bu yüzden ilim adamları insanları çeşitli sınıflarda değerlendirmeyi tercih ediyordur. Türler, sınıflar diyorlar bilimsel bulgularla kitaplara aktarıyorlar. İnsanları türleştirmek araştırmacıların bakış açısı. Birlikte yaşayan milyarlarca insan varken nasıl oluyor da iki elin parmaklarını geçmeyen maddelerde toparlayabiliyoruz. Hepimiz farklı olduğumuz gibi farklı bakış açılarına sahibiz. Ve unutmamak gerek ki herkesin özel olma hakkı var.
Bence insanlar basitçe ikiye ayrılır. Bekleyenler ve gerçekleştirenler.
Bekleyenler yerinde sayar ve değişim için sürekli bekler. Mutlaka gelecektir diye hayaller kurar. Güzel hayalleri vardır sadece. Bir gün şartları uyarsa yapılacakları ve katacakları sürekli listelenir. Yapabilirsem nasıl fark yaratacağım hissi vardır. Gerçekleştirenler de, her günü yeni bir başlangıç kabul eder ve hareket eder. Fikir yaratır, uygular ve ilerler. İlerledikçe diğerleriyle mesafeyi açarlar. İlham kaynağı haline gelirler.
Ben de bir gün yapmalıyım duygusunu taşıyanlar hayranlık duyar bu kişilere ama onların bitirmesi gereken diğer işleri çoktur. Aşması gereken engelleri vardır ve başlamaması için sudan önemli sebepleri. Hayallerinin gerçekleşmesini umut ederler. Bir gün, şu iş bitsin mutlaka der, beklentilerini biriktirirler.
Liseyi bitirmiş bir genç kız televizyonda gördüğü, dergilerde okuduğu hayatlara öykünerek ayna önünde hayaller kurar. Evleneceği beyaz atı olmasa bile yağız delikanlı ile bir hayat düşler. Üniversiteden mezun olan hukuk öğrencisi önemli firmada çalışacağı ve aldığı davalar sonrasında namına nam katacağı ve para kazanacağı günleri hayal eder. Biri ürettiği domateslerle salça tüccarı olmayı planlar, bir diğeri olimpiyatlarda altın madalya kazanmayı. Dünya üzerinde yaşayan insan sayısı kadar beklenti ve geleceğe dair düşler var. Değeri ve önemi ölçülemez. Akşam güzel bir yemek yemeyi düşleyen birinin, hastalığa tedavi bulmak isteyen tıp insanından bir farkı yoktur. Hayallerin derinliğini tartışabiliriz ama önemini yorumlamak kimsenin haddine olmamalıdır.
Düşüncelerin eyleme dönüştürülmesine göre bakıyorum ayrıma. Ayna önünde hayaller kuran kızımız göz süzerek sokaklarda dolaşmışsa veya günümüz tanışma yöntemi sosyal medyada gezinmişse ve birileri ile tanışarak ”Zetina” dikiş makinalı bir ev hayalini gerçekleştirmiş ise dünyayı tüm hastalıklardan kurtarmayı hayal etmekten ileri gitmeyen bilim insanından daha başarılı olmaz mı?
Aslında düşünerek bir noktaya varacağını düşünen insanlar biraz korkak biraz da hayallerini planlayarak yaşıyorlar.
Kafasını en nihayetinde kaldırdı ve bir süre uzaklara baktı.
Bir anda ”O yüzden mi benim adım Umut Ananem. Umutla hareket edebileyim ve inandıklarımın peşinden kim ne derse gidebileyim diye mi?” diye sordu.
Sanki aklımdan geçenleri duymuşçasına. Cevap vermeme gerek yoktu, ben de sadece gülümsedim ve ellerini kavradım ve öptüm. Yanaklarının kızardığını gördükten sonra normal rutinimize geri döndüm. Ben kahvemden bir yudum alırken o da gülümseyerek diğer bir gazeteyi eline aldı ve benimle okumaya başladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder