Yaşlı Denizci’nin Albatrosu
Yaşlı Denizci albatrosu öldürmeyecekti. Bu bir romanın ilk cümlesi değil. Evrensel bir yazgı olarak kendisine iyilik edeni öldürmenin trajedisi ve bu trajedinin lanetli bir hal olarak sürmesi. Albatrosun ölüsü ya da o lanetin resmi, Yaşlı Denizci’nin boynuna simgesel olarak temsili biçimde asılmıştı, gerçekte hepimiz boynumuzda taşıyoruz o ölüyü. Nankörlükten ihanete, Barabas’a, tüm kötülük biçimlerinin ve ihanet içindekilerin ve kadir kıymet bilmezlerin elbirliğiyle öldürdüğü, sonsuz bir ölünün, bitmeyen bir ölümün fermanı, utancıdır bu. Albatros fiyakasıdır. Ölüm de bazen bir fiyaka değil midir? ‘Cesedin fiyakalı olsun!’ dileğinin taşıdığı o genç saflıktan söz etmiyorum, bazı ölümler de yaşamın fiyakasıdır. Yaşam ölümle fiyaka kazanmıştır. Öyleyse sürmektedir.
Ölümü de, ölüsü de, efsanesi, rivayeti de fiyakalı bu kuş, tüm anlatılarda iyiliğin, sakinliğin, sabrın, bağlılığın, özverinin, sevginin, şefkatın koca kanatları olarak bilinen kuştur, albatrostur. Siyah değil, mavi boşluğa, ölüme değil yaşama açılan iki koca kanat.
‘Kanatların neden bu kadar büyük ey albatros kuşu?’ diye sorulsa, ‘iyiliği taşıdığı için’ der miydi yoksa mahcubiyetinden susar mıydı bu utangaç kuş? Demezdi, iyilik iyilerin değil, iyi olmayanların, olamayanların, iyiliğe ihtiyacı olanların söylediği, adlandırdığı şeydir. O demese de pek çok şiirde, efsanede, masalda, yazıda onun büyük kanatlarının altında neleri koruduğu bir bir anlatılmıştır. Kanatları hem gözleri hem de kalbidir albatrosun. Bakmaya, görmeye, sevmeye, sevinmeye, merhamet etmeye...
Samuel Taylor Coleridge, Yaşlı Denizci’de bu merhametten şöyle söz eder: “Sonunda bir Albatros, çıkmıştı karşımıza,/Sisleri dağıtarak bulutların içinden,/Bunu bize gönderen kesin İsa’dır dedik/Tanrımıza şükredip onu kabul eyledik.” (Türkçesi: Oğuz Baykara, Everest, Mayıs 2017, s.33). Gemileri korkunç bir fırtınaya yakalanmıştır, sis içinde kalmış, buz kaplı bir alana girmiştir. Coleridge bu tehlikeyi Yaşlı Denizci’nin ağzından şu ürpertici dizelerle duyurur: “Sarsılan pruvası kırık direkleriyle,/İlerleyen gemide bin çatırtı, bin feryat.../Ecelin nefesini hissedip ensesinde,/Başını kaldırmadan koşuyordu son sürat...” Güvertenin üstünde beliren Albatros, gemiye yol gösterip, selamete ermelerini sağlar, uğurlu gelmiştir, kılavuz kaptan gibi çalışmış, 200 mürettabın da canını kurtarmıştır. Tam 9 gece o bulutta, o siste, o buzda, yelken direklerinde, halatın üstünde adeta geminin gözü gibi denizi gözleyerek, kudurmuş denizden sağsalim çıkmalarını sağlamıştır. Bir deniz feneri olmuş, yaşamı aydınlatmıştır.
Ama unutulmaması, unutmamamız gereken bir şey vardır. Gemilerini, canlarını kurtardığı insandır ve hiç kuşkusuz onlar da bu iyiliğin altında kalmayacak, albatrosa ödülünü vereceklerdir, hem de ne ödül!: “-Ey ihtiyar denizci, kötüye etme heves,/Düşman mı şeytan mıdır zehirleyen kafanı/Bakışların çok berbat!’ derken içimdeki ses,/Albatrosa ok atıp aldım onun canını.” Ödül olarak Albatrosun canını almıştır Yaşlı Denizci.
Coleridge, önce 1789’da Lirik Baladlar kitabında yer verdiği bu uzun şiiri, 1817’de yeniden düzeltmelerle yayımlar. Şiir, albatrosun ölümü üzerine, geminin ve mürettebatının uğradığı lanetle sürer. Rüzgar kesilir, hava sıcaklığı dayanılmaz derecelere ulaşır ve gemide içecek su kalmaz, her şey kurur. Oku atıp albatrosun canını alan Yaşlı Denizci’yi bu lanetten sorumlu tutar ve boynuna albatrosun ölüsünü asarlar: “Sözleşmiş gibi beni, seyrettiler hasmane,/Yaşlı-genç hain hain yarama tuz bastılar,/Boynuma kolye değil, mukaddes haç yerine,/Kaldırıp Albatrosun ölüsünü astılar” diye dertlenecektir Yaşlı Denizci.
Alçaklığın Evrensel Tarihi, Borges’in kitabıdır ama o yazmamıştır, o sadece toplamıştır, yazan biziz, adı insan olan biz.
haydar ergülen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder