SOSYAL MEDYA

1 Nisan 2021 Perşembe

Feridun Andaç


 KENDİ BAKIŞINDA

BİR SES OLABİLMEK

 

 

                                                                                                                                 Şubat 2021

       

Bir bozgun havasında ülke. Aşınıyor her şey, dil ve zaman içinden konuşmak bile bozguna uğramış bir zamanın ruhunu anlamaya yetmiyor. İnsan ilişkileri lime lime… Yazılıp edilenlerin bu ülkenin ruhunu yansıtmaya yetmediği ortada. Herkes kendi acısıyla baş başa. Bir adım öne nasıl geçebilirim derdinde.

 

Yüzünüzü Anadolu’ya döndüğünüzde bambaşka bir seyirle yüzleşseniz de; orada da ikili hayatların yaşandığını gözlüyorsunuz. Aynı yerde iki ayrı zamanın ruhunu derinden hissediyorsunuz.

 

O sesi yakalayabilmek, o ruhu daha derinden hissedebilmek için adım adım 81 ili kat etmeye karar kıldım. Ne kadar sürer, beni nerelere taşır bilemem şimdiden. Anadolu’nun bu melez ruhunu gözlemek, çokkültürlü/çoksesli yanını gözlediklerimle yazmak derdim; dahası kendi sesimiz olabilmenin yolunun nerelerden gelip geçtiğini anlamak tüm derdim.

 

Bir tür “adım adım Anadolu”… Bir zamanlar Fikret Otyam’ın röportajlarına “gide gide” adını vererek Anadolu’yu kolaçan etmesi çok anlamlı gelir bana. Gerçi bugün artık o tarzda yazan, gezip eden yok. Gurmecikler, seyahat uzmanları çoğalalı beri Anadolu’nun vitrinine bakar oldu çoğumuz. Rahat döşekler, ağız tadında yemekler yemek için insanları yollara düşürme telaşı gene vahşi kapitalizmin bir oyunu değil midir?

 

“Bu ülke”, giderek “yok ülke”ye dönüşüyor; kimliksiz, kimsesiz, aidiyetsiz bir yer…

 

Uğradığı kazalar, başına gelenler; büyüyememe, çocukluktan çıkamama sanrısı, ruhunda yaratılan ikilemler, tersyüz edilen tarihigelinen yerin rengini anlatıyor bize aslında.

 

“Demokrasi”, “insan hakları”, “hukuk devleti” aşınan dilin oyuncağı artık.

 

Ayakların baş olduğu, payelendirildiği ülkede hiçbir şey yazmak gelmiyor içimden… Nâzım Hikmet’in şu şiirini okudukça daha çok uzaklaşıyorum içinden geçtiğimiz karanlıktan…

 

Kar Yağıyor 


Lambayı yakma, bırak, 
sarı bir insan başı 
düşmesin pencereden kara. 
Kar yağıyor karanlıklara. 
Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum. 
Kar... 
Üflenen bir mum gibi söndü koskocaman ışıklar... 
Ve şehir kör bir insan gibi kaldı 
altında yağan karın. 

Lambayı yakma, bırak! 
Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların 
dilsiz olduklarını anlıyorum. 
Kar yağıyor 
ve ben hatırlıyorum. 

 

Ve dönüp, Cemil Meriç’in Bu Ülke’sini okuyorum yeniden. Tek kurtuluşun ancak okumak olduğunu düşünerek yol alıyorum. Çünkü bu ülkede kendi sesiniz olabilmenin ne denli zorlu bir uğraş gerektirdiğini biliyorum.

 

Aksu Bora - Berna Doğan Röportaj

 

 

AKSU BORA: “Annem için aklıma gelen ilk sıfat “CANLI” dır.

 

Röportaj: BERNA K. DOĞAN

 

YAZI AĞACI: Ozan bir annenin, hem de Yozgat’ta, Anadolu’nun bağrında 1950’lerde ozanlığa soyunmuş bir annenin kızısınız. Rahmetle andığımız Gülten Akın’ın onlarca kitabı var. Şair Gülten Akın’ı da soracağım ama Anadolu’da pek çok il gezmiş, dört çocuk büyütmüş anne Gülten Akın’ı anlatır mısınız biraz?

AKSU BORA: Annemin şiire başlaması ilk gençlik yıllarında, Ankara’da olmuş. Yozgat onun için çocukluk ülkesiydi, şiirine girmesi de böyledir.

İnsanın annesini anlatması zor, hele ölmüş bir anneyi. Ama onunla ilgili aklıma ilk gelen sıfat, “canlı”dır. Gülten Akın ölmedi, kalbimizde yaşıyor manasında değil, yaşadığı her günün hakkını veren, dünyaya dikkat kesilmiş biri olduğu için. Çok şeyle ilgilendi, çok şeyi merak etti, çok şey yaptı. Dediğiniz gibi hayatında çok göç var, çocuklar var, avukatlık, öğretmenlik… Şiirin yanında şiir değerlendirmeleri de yazdı, oyunları da var. Türk Dil Kurumu’nda çalıştığı dönemde hazırlanan (bence değeri yeterince bilinmemiş) Tarama ve Derleme Sözlüklerinde büyük emeği var ayrıca.

 

YAZI AĞACI: Gülten Akın “Kestim Kara Saçlarımı” ile bir duruşa, bir direnişe başlama sloganı atar adeta. “Eksik Yapı” şiirinde de “tümsü” sözcüğünü kullanır kadın ve erkek birlikteliği için. “Bu hem kara hem kadın, şaşma/ Tümsü olurlar bir beyaz bir kara” yani tüm değil, tüm gibi. Bu durumda Gülten Akın’ın “kadın” duruşundan söz eder misiniz?

AKSU BORA: O sloganı “Bir şeycik olmadı, deneyin lütfen”le başka bir düzleme taşır o şiirde ve bence şiirin sonraki dizeleri, “Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım” diye devam edenlerin politik duygusu daha güçlüdür.

Annem ilk şiirlerinden başlayarak hep “iç” ile “dış” arasındaki gerilimin farkındadır- kendi biricik deneyimini dünyanın içine yerleştirir. Bu bakımdan, “kişisel olan politiktir” mottosunu bilmezken de biliyormuş, öyle anlıyorum.

 

YAZI AĞACI: Kadın duruşunu, kadın ana, kadın sevgili, kadının çilekeş yönünü taşırken şiirlerine, ozan Gülten Akın çocuklarını da etkiler elbette. Siz buna örneksiniz. Feminizm üzerine yaptığınız araştırmalar, yayınladığınız kitaplar ortada. Gülten Akın’ın bu dik kadın duruşu feminist araştırmalarda sizi nasıl etkiledi, nasıl yönlendirdi?

 

AKSU BORA: Annelerle kızları arasındaki ilişki karmaşık ve zorlu bir ilişkidir, bilirsiniz. Annemin beni nasıl etkilemiş olduğu üzerine sizin kadar net bir fikrim yok. Başka bir yerde yazmıştım, onun bir sürü şeyle uğraşırken bir yandan da yazmış olması, yazmanın kolay bir şey olduğunu sanmama sebep olmuş ve bana bir tür cahil cesareti vermiş olabiliryazmaktan hiçbir zaman korkmadım.

Feministlik benim için annemin izinden gitmek değil, ondan farklılaşmaktı. Öyle olmadığını anlamam çok sonra eski hesapları yeniden açtığım zaman oldu. Yetişkinken, biraz daha olgun ve epeyce sakinleşmişken. Belki merakı, yaşama iştahı etkilemiştir beni, aynı anda bir sürü şeyin yapılabileceğini öğrenmişimdir ondan.

 

 

YAZI AĞACI: Feminizm, kadınlar, kadınların sınıfsal durumu hakkında çalışmalar yapmış bir akademisyensiniz. Biraz da bize kendinizden, Prof.Dr. Aksu Bora’dan söz eder misiniz?

AKSU BORA: Meraklı ve çalışkan biriyim. Hep öğrenci oldum- galiba hiçbir zaman “hoca”lık konumunda hissetmedim kendimi. Bana öyle hitap ettiklerinde bir yanlışlık var gibi gelir hâlâ. Pek parlak bir hoca da olamadım zaten, daha iyi yaptığım şey, araştırmaydı. Ve yazmayı çok sevdim, hâlâ da seviyorum.

 

YAZI AĞACI: İnsan egemen bir toplumda yaşamıyoruz ne yazık ki. Erkek egemen derken kadınları ihmal ediyoruz. Kadınları önceleyelim derken erkekleri zavallılaştırıyoruz. İnsan egemen bir topluma nasıl geçebiliriz sizce?

AKSU BORA: Erkekler pek de zavallı gibi gelmiyorlar bana. Size öyle mi geliyor?

 

YAZI AĞACI: Kadın duruşunu önce tutan ozan bir annenin kadınların sınıfsal durumlarını, feminist bakış açısını ortaya koyan bir kadınsınız. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne de denk gelen bu sayımızda kadın cinayetleri konusunda sizin de düşüncelerinizi almak istiyorum. Kadınlar nasıl bu kıyımlardan, ölümlerden, katliamlardan kurtarılabilir?

AKSU BORA: Feminist mücadeleye inanıyorum, kadınların kurtarılmasından çok.

Kadınların kendi kaderlerini ellerine almalarına, bir araya gelip dayanışmalarına, örgütlenmelerine, itiraz etmelerine… Feminizm benim için bu anlama geliyor ve kadınların kurtuluşunun burada olduğunu düşünüyorum.

 

 

 

YAZI AĞACI: Son söz ne söylemek istersiniz Yeni Albatros okurlarına…

AKSU BORA: Bir edebiyat dergisi okuduklarına göre, edebiyatın gücünün farkındadırlar, değil mi? Bunu hatırlatmak isterim sadece.

 

Fatih Arpat Yazı Ağacı Okurlarına

 YAZI AĞACI’NDAN OKURLARA

  

Yuvası deniz olan bir kuş ismiyle çıktık ilk yola. Kuşun isminden ziyade kanatları önemliydi bizim için. İki büyük kanat vardı üzerimizde; ikisi de edebiyat dünyamıza büyük gönül vermiş, biri bu uğurda saçlarını, diğeri sakallarını ağartmış, iki güzel insan, tuttular kollarımızdan, iki koca kanat, uçtuk geldik bir ağacın dalına konduk.

Sonra cümbür cemaat ağaç olduk.

Yazı Ağacı.

Bir adada yaşıyoruz, hepimiz.

Bizler genç kalemleriz, ağaç bizim evimiz.

Ağaç en nihayetinde doğanın olduğundan, ee yani bizler de en nadide parçası, ey insan, sevdim seni, bu ev bizim, hepimizin.

Kimi gelsin salıncak kursun, kimi gelsin altında dinlensin, kimi de meyvelerinden karnını doyursun.

Artık bir evimiz olsun, istedik, uç uç nereye kadar denizin üzerinde, geldik bir adaya konduk, ağaç olduk, güzel de bir ağaç olduk.

Hem şimdi uçmak bir yaprağın gölgesinde, uçmak var, her mevsim uçmak ve denize konmak, gitmek gidebildiğin yere...

Çok güzel olduk, çok da iyi olduk, kimsenin şeyine kimse karışamaz, bizi en sert lodos vursa da yıkamaz.

Hem yıksa ne olacak.

En nihayetinde gideceğimiz yer, eski evimiz, deniz...


Fulya Eyilik

 Kitaplar





Saniye Kısakürek

 

 Işık 

 

Gün dağıldı yeryüzüne

 

Ağır, kara dumanlarıyla

Mavi otobüslerde işçiler

 

Ve işçilerin ellerinde

Çekiç izleri, dillerinde ışığın sevinci

 

Dalgalı bir şenlik oldu deniz

Evine dönerken gece

Çakıl taşlarında gelgit izleri






Muhammed Erdevir


İnatçı Duvar



Her bakış nasıl sığınır kendi hikâyesine, bilirim

Ve sözcükler nasıl idam edilir el birliğiyle

Yazmaz eski kitaplarda sıramı beklediğim


Kim hangi türküyü söylerse söylesin

 

Kayıp iklimler kadar çaresiz kaldım: susuz, mahzun

Karanlığı çağırıyor kadim acıyla korkunç masal

Avuç avuç gözyaşı koparıp incelikle kederden

Kurtulmaya çalışıyor evrakım yangının dehşetinden

 

Karaltı ve müjdeler görüyorum yaklaştıkça ateşe

Uzak sevdanın emelleri ürperiyor benimle kırık

Görmek, tükenmek, eksilmek için yürüyorum kıyısında

Saatimi ıstıraba kuranları nakşedip inatçı duvara

 

Sıcaklığını unutmamak arzusuyla son notaların

Sonlanmışçasına rüyalar, öyle tutuyorum aklımı

İzi kalsın diye yolcuların yaktığı ateşlerin

Saklıyorum suya düşen kıvılcımlarını da

 

Kalemlerin hikâyesi var, aşılmaz engel ve yorgunluklar

Paylaşırdım elimden gelse kimsesizliğimi kâğıtlarla

Kalmaz nazenin hayal esrik, yırtılmış günce eksik

Ardına her geçişimde yükselmese bu inatçı duvar




Feridun Andaç

  KENDİ BAKIŞINDA BİR SES OLABİLMEK                                                                                                         ...