SOSYAL MEDYA

27 Ocak 2021 Çarşamba

Ebru Ataman - Düşüşle Gelen Hiçlik

 Düşüşle Gelen Hiçlik

 İnsanın kendindenin kendiye doğru düşüşü kaçınılmazdır. Hayat da daimi düzensiz bir düşüş değil midir? Kimileri için hızlı, kimileri için yavaş olan, yalandan gerçeğe çıkış, ya da yükseliştir. Bir şeylerin peşine takılma, anlamsız bir mutluluk yaşama isteği ile gelen, zaaflarla tetiklenen, hevanın peşinden koşturan uyku halidir, kendini yerleştirdiği sırça köşkündeki tahtından indiren... Ya aşk?

Aşk ise yürütür ve evet, düşürür uçurumuna, ya da bahçesine. O bir diz çökmedir hiçlik gibi, dize geliş ve belâ yağdığında ânın altına başını sokma hâli.

Düşerken tutunur insan, dünyalarından düşmemek için. Öyleleri yükselirken tutunduğu dalı Rab bellerken, düşerken tutunduğu taşı da Rab edinir. Bir de dünyalarından düşmek isteyenler vardır. Onlar yaratıcılığın meyvesini veren dallara tutunur... Her tutuş, düşüşün hızını azaltsa da, düşüşü bir ân için unuttursa da, düşüşten yine de kaçış yoktur.

Düşüş beraberinde farklı duyguları da getirir. Düşüş içinde düşüş olduğunu, aynı ânda iki kere düşüş de olabileceğini anlar insan. Farkında olarak ve bir şeyden azad edilerek. Bir delinin kendinin Tanrı olmadığını anlaması gibi.

Nereden düştüğümüz, nereye düşeceğimiz de önem kazanır. Nitekim insan bilgisizliğini ve yanılgısını yaşar. Varlığıyla hiçliği arasındaki döngüde, varlığı, unutulan hiçliğini hatırlatmak derdindeyken, hiçliği de unutulan varlığını. Denge, ya varlıkta kurulur, ya da hiçlikte. Hiçliğe düşerek var olmak, insanın anlaşılabilir alanın içine mi düşüşüdür? Ya Anlayamamak? Bilinmeyen hiçlik de endişe verici…

Benim için düşmek, tutmamak, tutunmamaya başlamak. Neyle var olduysam onu bırakmak. Bu bende kimi zaman isteyerek yapılan bir eylem, kimi zaman bir boyun eğiş. İki durumda da bağlantıyı koparır, hedefim hiçlikse - o akış da benim için bilinçli arınmadır - teker teker kopuşlarla ve vazgeçişlerle bunu yaşarım. Düşüş ânında yaşadığım duygular ve duygularımın harekete geçirdiği eylemlerim, beni dönüştürerek hiçliğe yaklaştırır. Ruhumun derisine dokunurum. Kimine göre bunu yaşamak sarsıcıdır. Nitekim düşüşle ölüm de yaşanabilir. Yaşanmasa da yine ölüme gidilir. Düşmeye devam edilir, kendi varlığımın gölgesinde, korkudan azade.

En kötüsü, gaflet içinde düşüştür. Düştüğünü bilememek, öldüğünde öldüğünü bilememek gibi... O hiçliğin karanlığında kayboluştur. Burada insan yanılsama yaşarsa, hiçliğini varlığına dönüştürüp düşüşüne devam eder.

Nereye kaçmak isterim? Varlığa mı, yani düşüşlerin başlangıç noktasına yükselmek, yoksa hiçliğe mi düşmek? Bana kattığı duygu önemli. Koskoca okyanusta bir su damlası olduğumu fark etmek muhteşem bir his. Yitme arzusu, bu hâlden alınan o garip haz da güzel, zamanın ve mekânın olmama durumunu hissetmek gibi. Belki de, kendimi yeniden var etmeye başladığım o ân için hissettiğim bu duygu, bana kaçınılası bir duygudur. Eğer hiçlik diye bir şey yoksa - bu da bir şekilde var olmak bilincidir- hiçliğimi bilince, var olduğumu da anlarım. Varolmanın ağırlığından ziyade, hiçliğin hafifliğini mi tercih ederim? Evet, var olmak yorucu ve onun da bir bedeli var. Karşımda varlığını yıkıp yeniden inşa eden ben, yeniden ben, yeniden…

Varlığın en düşük mertebesini yaşayan, değersiz bir taş parçası olarak varlığını sürdürmeyi, hiçliğine tercih eder. Hiçlik, ona göre yok oluştur. İstenmeyendir. Hayat sürünmeye değer mi?

Hiçliğe düşmekten korkmalı mı insan? Güzel bir hiçliğe uyanmak istenmez mi? Cehennemin en güzel cennetinin ayaklarının dibine düşmek… Hiç olmanın heyecanını, her şey olmak vermez. Anlamlı yere düşüldüğünde dönüşüm ve yenilenme de başlar. Hiç'e kim dokunabilir? Hiç olduğunun farkında olana, normal bir insanın hayalleri erişebilir mi?

Gerisi, gece ile gündüzün, sıcak ile soğuğun, ateş ile suyun birbirinde hiçlenmesinde gizli.

Ebru Ataman/Darmstadt

27.11.2020/24.12.2020


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Feridun Andaç

  KENDİ BAKIŞINDA BİR SES OLABİLMEK                                                                                                         ...