Baudelaire’in “Albatros”u
Nazım Hikmet, galiba Münir Nurettin Selçuk besteleyince daha da ünlenen şiirine “kanatları gümüş yavru bir kuş/gemimizin direğine konmuş” dizeleriyle başlar, “Dağlara çıkma hey Karadeniz” diye huyunu denizdekiler kadar karadakilerin de bildiği Karadeniz’e dostça seslenir, “yavrudur yârim uçamaz bensiz” der sonunda da. Karadeniz’e neler söylenecek, ne diller dökülecek, ama Karadeniz bu, bildiğini okuyacaktır, Mustafa Suphi ve 15 yoldaşını da alacak, karanlık sularına gömecektir. Ruhi Su, “15’lere Ağıt” yakarken “Hayali gönlümde yadigar kalan/Bir yanım deryada çalkanır şimdi” diye başladığı şiirine “Garip garip öter derya kuşları/su içinde uykuları düşleri” dizeleriyle devam edecektir. Bir de “geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan” bir şiir vardır, kanatları açılan kuş değildir, o ‘büyük kapı’dır, kanatları da büyüktür, ama metafor simsiyah, kocaman, ağır bir kuşu imler, hangi kuşu, son kuşu, elbette ‘ecel kuşu’nu.
Deniz kuşları. Bizim şiirimizin payına en çok martılar düşecektir deniz kuşlarından. Açıkdeniz halkından olmadığımız için, açılmaktan korktuğumuz, içimize çekilmeyi, kapanmayı yeğlediğimiz için olmalı. Martılar da kentli kuşlardır, hem denizde hem kıyıda hem çatılarda yaşayan. Gülten Akın’ın son dönem şiirinde bir “Balina” görünecek, bir de şehirlerimizi işgal edenlerin arasına karışmış “Mavi Kuş”.
Moby Dick’ten “Albatros”a, batı denizlerinde, batı göklerinde, ağır mı ağır balıklar geniş mi geniş kanatlı kuşlar, yüzer, uçar, dalar, batar, çıkar...Bir kanadı gökte bir kanadı denizde albatros da gelir şiirlere konar.
Albatrosun konduğu şiirlerden biri de, ‘şairlerin tanrısı’, ‘gelmiş geçmiş en büyük şair’ olarak nitelenen Fransız şairi Charles Baudelaire’in şiiridir. Dünya şiirinin en büyük kitaplarından Kötülük Çiçekleri’nde(Türkçesi: Erdoğan Alkan, Varlık, 2000, s.22) yer alır “Albatros” şiiri. Fransızca adı Les Fleurs du Mal olan kitabı, Baudelaire 1857’de yayımlar.
Şairin de vurguladığı gibi, acımasız tayfalar bu kuşları eğlenmek için sık sık kanatlarından yakalarlar. Oysa Albatros kuşları hem denizcilerin hem de yolcuların kılavuzları gibidir, onlar bir bakıma denizden haber verirler, deniz iyi mi kötü mü, hep Albatros kuşlarından anlaşılır, bu nedenle de uğurlu sayılırlar. Tayfalara yakalanan bu “Gökten inen tasasız, bu utangaç krallar” , güverteye “Geniş knatlarını sofuca bırakırlar.” Ne yazık ki hoyrat tayfalar bu ‘kanatsız yolcu’yu huzursuz etmeye, onunla eğlenmeye kararlıdır, onun ‘göklerin kralı’ olduğu günler, albatros uçuşu, geniş kanatlarıyla göğün koruyucu meleği gibi uçtuğu zamanlar sanki hiç olmamış gibidir.
Tayfalar bu efsane kuşuna ‘düşkün’ muamelesi yaparlar da, okurlar okumazlar, bilirler bilmezler, şaire dokunmazlar mı sanırsın? Dokunmaz olurlar mı hiç, onun da çilesi yetmiyormuş gibi, yükü yeterince ağır değilmiş gibi, bir de kargışlarlar onu, alay ederler, küçük düşürmeye çalışırlar. O da kanatları ağır gelen bir albatros olmuştur artık. Düşmüştür. Baudelaire, şairin bu acıklı halini şiirin sonunda albatrosla özdeşleştirerek paylaşır: “Ozan, ey bulutlardan toprağa sürgün ece,/Oklara göğüs geren, dostu fırtınaların,/Yuhlarlar yeryüzünde, seni de, gündüz gece/Uçmana engel olur, ağır dev kanatların.”
Kuşkusuz buradaki şair, şiiri bir yolculukta yazan Baudelaire’dir. Anlaşılmamanın getirdiği yalnızlık, şairi çoğunlukla genelgeçer kurallara uymaya, boyun eğmeye zorlar, onları içtenlikle kabul etmese bile dışardan benimsemiş görünmesine yol açar. Varlığını her koşulda sürdürme isteğiyle her şeye katlanır: Gülünç duruma düşmeye de, acınası haller yaşamaya da. Yükselme ve düşme. İki uç arasında gidip gelme. Tüm sanatçıların, elbette şairlerin de trajiği.
Bu şiiri ve yorumunu okuyan bir şair de belki şöyle bir şiire başlar: “Albatros adın dillerde, kanatların yerlerde...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder