“SALÂH BEY TARİHİ”NİN
OKURU OLMAK
*
Feridun Andaç
__________________________________________________
Salâh Birsel’in şiiriyle süre süre getirdiği bir bakışın izlerini deneme ve günlüklerinde bulmamız bizi şaşırtmaz hiçbir zaman. Nedir bu diye sorarsanız; ilk yanıtım şu olabilir: humour. Gene de eksik bir belirlemedir bu. Ki, hem şiirinin bir yanını açımlar, hem de düzyazısının. Onda asıl önemli olan öteki yan, bize bir bellek sunmasıdır.
Düzyazısının üç ayrı kanalı, mecrası var: Günlükler, “1001 Gece Denemeleri”, “Salâh Bey Tarihi”. Birbirine ağan, aynı debiden beslenen, şiirinin yatağından gelen sesi de hiçbir zaman ıskalamayan bir yoğunluk, birikimdir bunlarla karşımıza çıkan.
Denemenin bir birikim, bir üslup, bir bakışla kurulabileceğini gösterendir, Birsel. Toparlayıcı ve ayıklayıcıdır. Ardına düştüğü her bir izin sesini, rengini yazısının ucuyla aralarken; yolculuklara çıkar. Mekânların diliyle kitapların/yazılanların dilini buluşturur. Dil sevişgenidir, Birsel. Güne, zamana, tarihin ıssız labirentlerine bunun ışığıyla bakar. Gören, gösteren; arayan, soran, sorgulayan bir bakıştır onunkisi. Bu anlamda “Salâh Bey Tarihi”nin bize sunduğu bellek birkaç açıdan önemlidir, üzerinde durulmaya değerdir.
Salâh Bey, anlaşılmayı, göze çarpmayı, gözde olmayı bekleyen biri değildi. Yalnızca yazdıklarıyla bize bir bellek sunarak; ele aldığı konuları işlemedeki hüneriyle günlük/deneme türlerine yeni yeni açılımlar kazandırdığının bilincindeydi. Her bir yazısının bir ucu yaşamın tanıklığını getirse de, öte ucu yazınsal/düşünsel birikimin izlerini taşırdı. Yüzü hayata dönük biriydi. Bir kıyıda durup yazan/düşünen biri gibi gözükse de; kentin belleğine doğru çıktığı yolculuklarda ıssızlığın sesini dinleyen bir sesci, kiraz ağacının yaprağa kesilme öncesindeki domur domur halinin izleyen gözün gözlemcisi kesilirdi. Zaman zaman da alıp başını gider, yolların, izlerin yolcusu olurdu. Adımladığı her bir güzergâhın iflah olmaz tanımcısı/tasarımcısıydı. Her bir yazısında bunların izlerini bulmanız olasıdır. Hele bir de, o balkonda hapşırıp duran karganın nezleli halini anlatışı var ki; ‘İlahi Salâh Bey,’dedirtir kendisine. Ben onu öyle tanıdım, öyle bildim. Güldük gülüştük, hayatın ve yazının en derişik yanlarına döndük onunla.
Şimdi, “Salâh Bey Tarihi” yeniden okuruyla buluşuyor. Kahveler Kitabı’nı Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu izledi . Boğaziçi Şıngır Mıngır, Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi, İstanbul-Paris ardı ardına gelecektir, umarım.
Salâh Bey, bu kitaplarının fotoğraflarla basılmasını isterdi hep. Bunu son konuşmalarımızda da dile getirmiş, hatta bu öneriyi götürebileceğim yayınevini de belirlemiştik. Ama o gitmezdi hiçbir yayınevine, önermezdi de.
Kitapların yeniden günışığına çıkarılması güzel, anlamlı bir çaba. Ama eksik, yetersiz geliyor bana. Önceki baskıları alıp dizgicinin önüne bırakmak yetmiyor, ayrı bir özen gerekiyor. Böylesi bir dizi nasıl sunulur, nelerle zenginleştirilebilir...Yayıncılarımızın önemli bir kesiminin henüz böylesi bir bakışı/donanımı yok diye düşünüyorum. Dilerim zaman beni de, Salâh Bey’i de yanıltır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder