Kahraman Olabilirsek Görünür Müyüz?
Her Çağın Hastalığı Görünmek
18. yüzyılda Paris’in en kötü kokan yerinde doğmuştu.
21. yüzyılda Gotham şehrinde yaşıyordu.
Annesi onu balık temizlediği tezgahın altında doğurmuş ve
çöp yığınlarının arasında bırakarak ölüme terk etmişti.
Annesinin gerçek annesi olmadığını öğrendiğinde çocukken
neden annesinin ona kötü davrandığını daha iyi anlamıştı.
Her ikisi de anti-kahramandı. Ne çok güzellerdi, ne çok
başarılılar, ne de çok zengindiler.
İkisi de çevrelerinde bir uzama sahip değillerdi. Kimse
onların varlığını hissetmiyordu.
Hatta kendileri bile varolup olmadıklarını bilmiyorlardı.
Kimden mi söz ediyorum Joker filminin karakteri Artur ve
Patrik Süskind’in Koku kitabının karakteri Granouille’den.
Joker filminde yönetmen; yaşadığımız çağın sosyal adaletsizliğini, gelir dağılımındaki
eşitsizliğini, vatandaşlarına verdiği vaatleri yerine getiremeyen
demokrasilerin varlığını ve tüm bunların sonucu olarak insanların ümitlerini
yitirerek bu düzene baş kaldırmalarını anlatmaya çalışmış olabilir, oysa bu
filmi ben iyilerin kötülere karşı haklı isyanı olarak okumak istemiyorum.
Bu filmi ben ezilenlerin uğradıkları zulüm karşısında
günün birinde aydınlanıp güçleneceği şekilde okumak istemiyorum.
Bu filmi ben mazlumların alınmış ahlarının yanıtı olarak
okumak istemiyorum.
Ben bu filmi, iki anti-kahramanın bireysel çıkışları
olarak okumak istiyorum.
Ben bu filmi çocuklukları çalınmış, hayatı kahramanların
penceresinden okumaya alıştırılmış iki bireyin çığlığı olarak okumak
istiyorum.
Bu filmi ben varlıklarını ispat etmeye çalışan iki
karakterin varoluş mücadelesi olarak okumak istiyorum.
Bu filmi ben suçu toplumun hazırladığı bireyin işlediğini
bir kez daha anımsayarak okumak istiyorum. Kahramanlar bekleyen ve bu
kahramanları bir şekilde çıkaran toplumların yorucu baskısı olarak olarak
okumak istiyorum.
Kahraman olmak
için çabalayıp durduğumuz ve bundan yorulduğumuzu düşünerek okumak istiyorum.
Dünya büyük bir bataklık, Gotham ve 18. yüzyılın
Paris’i de o bataklığın bir parçasıdır. İşte tam da böyle bir ortamda Artur,
çöp grevinin olduğu bir dönemde ne kadar başarısız bir komedyen olduğunu fark
eder. Kimsenin kendisini fark etmediğini bilmektedir. Aslında kendisi de varolup
olmadığının farkında değildir. Tek amacı var olduğunu hem kendine hem de çevresindekilere ispat etmeye
çalışmaktır.
Tıpkı Koku kitabındaki Fransa’nın 18. yüzyıldaki
betimlemesi gibidir filmin açılış sahnesi. Görüldüğü gibi insanlığa dair hemen
hemen her şeyini kaybetmiş bir şehirdir hayali şehir Gotham. Orada zamanı
anlamak çok zordur, gündüzleri “Yağmur yağdı yağacak” durumunda kasvetli bir
hava, geceleri karanlığa teslim olmuş sokaklar, çöp yığınlarıyla dolu arka
sokaklar, her yerde cirit atan fareler, öfke dolu insanlar... Gotham, sanki bir açık hava akıl hastanesi gibidir.
Hem Patrik Süskind’in Koku kitabında yer alan Grenouille
hem de Joker filminin karakteri Artur
varlıklarını ispat etmek için
cinayet işlemeye başlarlayan anti-kahramanlardır. Bu şekilde kendilerini fark ettirmeye
çalışırken aynı zamanda yaşadıkları çağın
eleştirisini de yapmaktadırlar.
Grenouille varoluşunu kanıtlamak için çıktığı yolculukta öyle bir hal alır ki, amacına ulaşmak için
gözünü kırpmadan cinayetler işler. En güzel kokuyu bulacak ve yaratacağı bu parfüm sayesinde insanlar onu fark edecek,
varlığını kabul edecek ve seveceklerdir. Roman boyunca insanlar tarafından fark
edilmeyen, istenmeyen, Grenouille aslında hor görüldüğü için değil varlığının
farkına varılmadığı için bir yer kaplamaz. Birey olarak bir değeri yoktur, çünkü
o başkaları için yoktur.
“Onun başka insanlar gibi çevresini saran bir uzamı, havada yaydığı bir
dalgası, öbür insanların yüzüne düşüreceği bir gölgesi yoktu.” (Süskind 162)
Artık insanlığı büyüleyecek olan o ulvi kokuyu yaratmak için harekete geçecektir. O eşsiz parfümü
yaratır ve bir damlası bile insanları büyülemeye yeter.
İnsanlarda o kadar
büyük bir hayranlık oluşur ki, kapıldıkları bu haz dalgasına karşı Grenoille’in
katil olmadığına inanılır, sevgi akar sevgi taşar her yerde. Grenoille şaşırır,
yarattığı koku insanları büyülemiş ve kendisini darağacından kurtarmıştır fakat
kimse gerçekten kendisini sevmemiştir. İnsanlar sadece yaratmış olduğu bu
maskenin sarhoşluğu ve büyüsü altındadırlar. Sanatçı Grenoille böylelikle kendi
canavarını yaratmıştır.
Artur da aynı şekilde kendi varlığını kanıtlamak için en
etkili espriyi yaratacaktır. Tesadüfen de olsa iki kişiyi öldürdüğünde fark edildiğini görür. Göründüğünü anlar.
Görünmenin verdiği hazla yaşadığı şehrin en ünlü televizyoncusunun programında
canlı yayında onu öldürür. Artık görünmüştür ve dışarı çıktığında herkes ona
hayrandır. Onlar artık birer kahramandır(!!!!)
Görüyoruz ki her dönem, kendi aydınlanmasıyla kendi
canavarını yaratıyor, ama değişmeyen bir hastalık görünmek... Bu hastalığın seyri giderek artıyor ama
değişmiyor. İster 18. yüzyıl
olsun isterse 21. yüzyıl
hiç fark etmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder