SOSYAL MEDYA

31 Mart 2021 Çarşamba

Hülya Üstün Köseleci

 


KURU YAPRAK

 

            “Burada ineyim" dedi adam. Parayı uzattı. Üstünü beklemeden kendini dışarıya attı. Taksinin içine sinmiş iğrenç kokuya daha fazla dayanamayacaktı. Adımını atar atmaz bir çıtırtı işitti. Ayağını hafifçe kaldırdı. Kuru bir yaprağı ezip un ufak etmişti.  Epeydir yapraksız bir ülkedeydi. Sonbaharı da, sarı yaprakları da özlediğini fark etti.

            Kadın ona, okulun karşısındaki tostçuda buluşuruz, demişti kadın ona. Yürümeye başladı. Şaşkınlık içindeydi. Bu binalar ne zaman dikilmişti. Allah’ın tarlasıydı buraları. İlk ataması yapıldığında zor bulmuşlardı okulu. Hangi akıllı şehrin bittiği yere bu okulu kondurur, diye çok merak etmişlerdi. Adamın babası, başlasın göreve, sonra aldırırız merkeze, demişti de kadın istememişti. O gün bugündür bu okuldaydı demek ki.

            Tostçuyu bulamayınca önüne çıkan ilk markete girdi. “Bu taraf okulun arkası, öne dolanın görürsünüz,” dedi marketçi. Okulun girişini mi değiştirmişlerdi, yoksa o mu karıştırıp yanlış yerde inmişti. Anlayamadı. Her şey o kadar değişmişti ki.

            Karşıya geçti. Okul duvarının yanından yürüyerek aşağıdaki caddeye çıktı. Sonunda okul kapısını da, karşısındaki tostçuyu da bulmuştu. Kaba bir binanın altındaydı dükkân. Gerçi, orada diğer binalar da pek farklı değildi. Hepsinin üzerinde bir aceleye gelmişlik hali vardı. Kaba sıvalar, ucuz boyalarla binaların eğretiliği kapatılamamıştı.

            Saatine baktı, erken gelmişti. Civarda zaman öldüreceği başka bir yer de görünmüyordu. Çaresiz burada bekleyecekti kadını. Daracıktı tostçu dükkanı. İçinde oturulacak yer yoktu. Kapının önüne iki küçük sehpa, birkaç tane de alçak tabure atılmıştı.

            İçeriye göz attı. Kasanın başında iri yarı biri dikiliyordu. Kolundaki aslan dövmesi ona hırlıyormuş gibi geldi. Kasadaki, tanıyormuş gibi baktı ona.  “Buyurun”  diye seslendi. Şaşırdı o bedenden çıkan tiz sesi işittiğinde.  “Bir arkadaşa bakmıştım da.” Başını salladı kasadaki kadın. Yüzünde sanki alaycı bir gülümseme görür gibi oldu.

            Dışarıdaki taburelerden birine ilişti. Huzursuzluk kapladı içini. Hiç gelmeseydi keşke. Bunca yıl sonra ne gerek vardı ki? Görmüştü işte onu evvelsi gün cenazede.

             Metalik bir müzik sesiyle irkildi. Artık zil çalmıyordu okullarda. Ardından uğultu yükselmeye başladı okul binasından. Onlarca genç okuldan dışarı çıkmak için adeta yarışıyorlardı. Öğrenciler ya kız kıza, ya da erkek erkeğe yürüyordu caddede. Muhafazakârlaşan bu semt mi, yoksa şimdiki zaman mı, diye sordu kendine.

            Sonunda, kadın göründü okul kapısında. Karşıya geçmek için yaya geçidinde beklerken ona rahatça bakabildi. O da değişmişti. Daha kalın, daha yorgun görünüyordu.

            Kadın yaklaşırken ayağa kalktı. İkisi de tedirgindi. Tokalaştılar sadece.

            “Çok bekledin mi?” diye sordu kadın.

            “Yeni geldim sayılır.”

            “Kusura bakma. Biraz seni yalnız bırakacağım” dedi. Dükkâna girdi. Montunu çıkarıp astı. Az önce kasadaki kadın, şimdi tost makinesinin başına geçmiş siparişleri hazırlıyordu. Kadın onun omzuna vurdu gülümseyerek. O da geçti tezgâhın arkasına. Kalabalıklaşmıştı içerisi. Okuldan çıkanlar doluşmuştu. Onu gözlüyordu adam. Hem para alıp fiş kesiyor, hem de arkaya dönüp bir şeyler hazırlıyordu.

            Adam, kadının oraya alışkın gibi durduğunu, düşündü. Dükkan sahibi yakın arkadaşı herhalde. Belki de ortaktırlar. Canı sıkıldı yeniden, kalkıp gitse miydi ki. Az sonra kadın elinde bir tepsiyle çıkageldi. Çaylar kırmızı plastik kulplu cam bardaklara konmuştu. Melamin tabaklardaki tostları görünce annesi aklına geldi. Müberra Hanım olsa nasıl da burun kıvırırdı.

            “Zahmet ettin. Fazla kalmayacaktım. Ben sadece sana teşekkür etmek istemiştim.”

             “Ne için?”

“Geçen gün cenazeye geldiğin için. Hastaneye de babamı ziyarete gelmişsin. Annem çok mutlu olmuş.”

            “Rica ederim. Babanın benim üzerimde de hakkı vardı.”

            “Şaşırdım seni orada görünce.”

            “Cenazeniz daha kalabalık olur sanmıştım.”

            Gülümsedi. “Bizim düğün gibi mi olur?”

            Güldü kadın.

            “O tür kalabalıklar eskidendi. Şimdi parti filan kalmadı biliyorsun. Zaten dönemindekilerin çoğu da öldü.” Soluklandı, devam etti. “Meclis’te de tören yapılıyormuş. Annem, Ankara’ya götürüp getirerek babanıza eziyet etmeyin. Kavuşsun bir an önce toprağına, dedi.”

            “Haklı.”

            Başıyla okulu işaret etti. “Hâlâ buradasın.”

            “Evet. Memnunum. İstemedim başka yere gitmek.”

            “Uzak kalmıyor mu biraz?

            “Hayır. Ev de burada.” Başını kaldırıp tostçunun tam üstündeki daireyi gösterdi. “Ders başlamadan beş dakika önce çıkıyorum evden.”

            Adam başıyla onayladı. “Bu devirde işe yakın oturmak büyük lüks.”

            “Burada da her şey var artık. Bazen bakıyorum, aylar geçmiş Konak'a inmemişim. ”

            Adam tosta dokunmamıştı daha. Çayını yudumladı yavaş yavaş.

            Kadın sözü aldı yeniden. “Yurtdışındaymışsın.”

            “Öyle oldu. Epey gezdirdiler beni. Şimdi Dubai’deyim. Hâlâ aynı şirket. Ortadoğu direktörü yaptılar beni.”

            “Çalışkandın sen hep.” Biraz soluklandı kadın. “Oğlun var galiba?”

            “Evet. Annesiyle İngiltere’de şimdi. Orada okuyor.”

            “O kadar büyük demek ki.”

            Adam da sormak istiyordu. Cesaret edemiyordu bir türlü. Çayından bir yudum daha aldı. Gözleri üstü çizik dolu sehpanın üzerinde gezinirken   “Sen, bir daha hiç ?” diyebildi sadece.

            Kadın kolaylaştırdı işini. “Evlenmedim. Düşünmedim bir daha.”

            Gururlu bir gülümseme yayılacak gibi oldu yüzüne. Kadın buna izin vermedi. Devam etti. “Nadire’yleyiz yıllardır.”

            “Nadire?”

            Başıyla içerideki kadını işaret etti. Adamın bakışları iki kadın arasında gitti geldi.  Anlam arıyordu. "Ev arkadaşın mı?'

            “Yol arkadaşım,” dedi kadın keskin bir tonla.

            “Öyle mi?” Söz aradı bir süre. Yutkundu. “Güzel. Yalnız kalmamalı insan,” diye mırıldandı. Ne kadar da aptalca konuşuyorum, diye düşündü. Sustu. Zihni geçmişteki tek bir mekana doğru sürüklendi. Kısa sürmüş evliliklerinin yatak odasına. Aşık olduğu o kızın kaskatı kalışı, sonrasındaki hıçkırıkları, kendisinin kapıyı çarpıp çıkmaları.

            Müşteriler dağılmıştı. “Yesene. Tostu güzeldir Nadire’nin. Çok beğenilir,” dedi kadın.

            “Gerçekten güzel görünüyor.” Küçük bir lokma ısırdı.

            “Dubai’de var mı bunlardan?”

            “Yok, bilmiyorlar böyle karışık tostu. Varsa yoksa Amerikan burgerleri”

            Gülüştüler. Yine söz bitmişti.

            “Ben gideyim artık,” diyerek yerinden kalktı.

            “Sağol geldiğin için.”

            “Çayla tost için de Nadire hanıma teşekkürlerimi ilet.”

            “Söylerim.”

            Yola doğru bir adım attı. Durdu, kadına döndü.

            “Senden özür dilerim.”

            Kadın şaşırdı. “Anlamadım. Ne özrü?”

            “Seni o zaman çok zorladığım için. Hiç anlayamamışım seni.”

            Gülümsedi kadın. “Esas sen kusura bakma. Ben de seni çok üzdüm. O zaman ben bile kendimi anlayamamıştım ki.”

            Sarıldılar birbirlerine.

            “Hoşça kal,” dedi adam.

            “Kendine iyi bak.”

            Bir taksi yakalayabilmek için kaldırımın kenarına doğru ilerledi. Yine bir çıtırtı geldi ayağının altından.  Bakmadı bu kez aşağıya. Mırıldandı, "yine ezmişimdir bir yaprağı."          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Feridun Andaç

  KENDİ BAKIŞINDA BİR SES OLABİLMEK                                                                                                         ...