KURU YAPRAK
“Burada ineyim" dedi adam.
Parayı uzattı. Üstünü beklemeden kendini dışarıya attı. Taksinin içine sinmiş
iğrenç kokuya daha fazla dayanamayacaktı. Adımını atar atmaz bir çıtırtı
işitti. Ayağını hafifçe kaldırdı. Kuru bir yaprağı ezip un ufak etmişti. Epeydir yapraksız bir ülkedeydi. Sonbaharı
da, sarı yaprakları da özlediğini fark etti.
Kadın
ona, okulun karşısındaki tostçuda buluşuruz, demişti kadın ona. Yürümeye
başladı. Şaşkınlık içindeydi. Bu binalar ne zaman dikilmişti. Allah’ın
tarlasıydı buraları. İlk ataması yapıldığında zor bulmuşlardı okulu. Hangi
akıllı şehrin bittiği yere bu okulu kondurur, diye çok merak etmişlerdi. Adamın
babası, başlasın göreve, sonra aldırırız merkeze, demişti de kadın istememişti.
O gün bugündür bu okuldaydı demek ki.
Tostçuyu bulamayınca önüne çıkan ilk
markete girdi. “Bu taraf okulun arkası, öne dolanın görürsünüz,” dedi marketçi.
Okulun girişini mi değiştirmişlerdi, yoksa o mu karıştırıp yanlış yerde
inmişti. Anlayamadı. Her şey o kadar değişmişti ki.
Karşıya geçti. Okul duvarının
yanından yürüyerek aşağıdaki caddeye çıktı. Sonunda okul kapısını da,
karşısındaki tostçuyu da bulmuştu. Kaba bir binanın altındaydı dükkân. Gerçi,
orada diğer binalar da pek farklı değildi. Hepsinin üzerinde bir aceleye
gelmişlik hali vardı. Kaba sıvalar, ucuz boyalarla binaların eğretiliği
kapatılamamıştı.
Saatine baktı, erken gelmişti.
Civarda zaman öldüreceği başka bir yer de görünmüyordu. Çaresiz burada
bekleyecekti kadını. Daracıktı tostçu dükkanı. İçinde oturulacak yer yoktu.
Kapının önüne iki küçük sehpa, birkaç tane de alçak tabure atılmıştı.
İçeriye göz attı. Kasanın başında
iri yarı biri dikiliyordu. Kolundaki aslan dövmesi ona hırlıyormuş gibi geldi.
Kasadaki, tanıyormuş gibi baktı ona.
“Buyurun” diye seslendi. Şaşırdı
o bedenden çıkan tiz sesi işittiğinde.
“Bir arkadaşa bakmıştım da.” Başını salladı kasadaki kadın. Yüzünde
sanki alaycı bir gülümseme görür gibi oldu.
Dışarıdaki taburelerden birine
ilişti. Huzursuzluk kapladı içini. Hiç gelmeseydi keşke. Bunca yıl sonra ne gerek
vardı ki? Görmüştü işte onu evvelsi gün cenazede.
Metalik bir müzik sesiyle irkildi. Artık zil
çalmıyordu okullarda. Ardından uğultu yükselmeye başladı okul binasından.
Onlarca genç okuldan dışarı çıkmak için adeta yarışıyorlardı. Öğrenciler ya kız
kıza, ya da erkek erkeğe yürüyordu caddede. Muhafazakârlaşan bu semt mi, yoksa
şimdiki zaman mı, diye sordu kendine.
Sonunda,
kadın göründü okul kapısında. Karşıya geçmek için yaya geçidinde beklerken ona
rahatça bakabildi. O da değişmişti. Daha kalın, daha yorgun görünüyordu.
Kadın yaklaşırken ayağa kalktı.
İkisi de tedirgindi. Tokalaştılar sadece.
“Çok
bekledin mi?” diye sordu kadın.
“Yeni
geldim sayılır.”
“Kusura bakma. Biraz seni yalnız
bırakacağım” dedi. Dükkâna girdi. Montunu çıkarıp astı. Az önce kasadaki kadın,
şimdi tost makinesinin başına geçmiş siparişleri hazırlıyordu. Kadın onun
omzuna vurdu gülümseyerek. O da geçti tezgâhın arkasına. Kalabalıklaşmıştı
içerisi. Okuldan çıkanlar doluşmuştu. Onu gözlüyordu adam. Hem para alıp fiş
kesiyor, hem de arkaya dönüp bir şeyler hazırlıyordu.
Adam, kadının oraya alışkın gibi
durduğunu, düşündü. Dükkan sahibi yakın arkadaşı herhalde. Belki de
ortaktırlar. Canı sıkıldı yeniden, kalkıp gitse miydi ki. Az sonra kadın elinde
bir tepsiyle çıkageldi. Çaylar kırmızı plastik kulplu cam bardaklara konmuştu.
Melamin tabaklardaki tostları görünce annesi aklına geldi. Müberra Hanım olsa
nasıl da burun kıvırırdı.
“Zahmet
ettin. Fazla kalmayacaktım. Ben sadece sana teşekkür etmek istemiştim.”
“Ne için?”
“Geçen gün cenazeye geldiğin için.
Hastaneye de babamı ziyarete gelmişsin. Annem çok mutlu olmuş.”
“Rica
ederim. Babanın benim üzerimde de hakkı vardı.”
“Şaşırdım
seni orada görünce.”
“Cenazeniz
daha kalabalık olur sanmıştım.”
Gülümsedi.
“Bizim düğün gibi mi olur?”
Güldü
kadın.
“O tür kalabalıklar eskidendi. Şimdi
parti filan kalmadı biliyorsun. Zaten dönemindekilerin çoğu da öldü.”
Soluklandı, devam etti. “Meclis’te de tören yapılıyormuş. Annem, Ankara’ya
götürüp getirerek babanıza eziyet etmeyin. Kavuşsun bir an önce toprağına,
dedi.”
“Haklı.”
Başıyla
okulu işaret etti. “Hâlâ buradasın.”
“Evet.
Memnunum. İstemedim başka yere gitmek.”
“Uzak
kalmıyor mu biraz?
“Hayır.
Ev de burada.” Başını kaldırıp tostçunun tam üstündeki daireyi gösterdi. “Ders başlamadan
beş dakika önce çıkıyorum evden.”
Adam
başıyla onayladı. “Bu devirde işe yakın oturmak büyük lüks.”
“Burada
da her şey var artık. Bazen bakıyorum, aylar geçmiş Konak'a inmemişim. ”
Adam
tosta dokunmamıştı daha. Çayını yudumladı yavaş yavaş.
Kadın
sözü aldı yeniden. “Yurtdışındaymışsın.”
“Öyle
oldu. Epey gezdirdiler beni. Şimdi Dubai’deyim. Hâlâ aynı şirket. Ortadoğu
direktörü yaptılar beni.”
“Çalışkandın
sen hep.” Biraz soluklandı kadın. “Oğlun var galiba?”
“Evet.
Annesiyle İngiltere’de şimdi. Orada okuyor.”
“O
kadar büyük demek ki.”
Adam
da sormak istiyordu. Cesaret edemiyordu bir türlü. Çayından bir yudum daha
aldı. Gözleri üstü çizik dolu sehpanın üzerinde gezinirken “Sen, bir daha hiç ?” diyebildi sadece.
Kadın
kolaylaştırdı işini. “Evlenmedim. Düşünmedim bir daha.”
Gururlu
bir gülümseme yayılacak gibi oldu yüzüne. Kadın buna izin vermedi. Devam etti.
“Nadire’yleyiz yıllardır.”
“Nadire?”
Başıyla
içerideki kadını işaret etti. Adamın bakışları iki kadın arasında gitti
geldi. Anlam arıyordu. "Ev
arkadaşın mı?'
“Yol
arkadaşım,” dedi kadın keskin bir tonla.
“Öyle mi?” Söz aradı bir süre.
Yutkundu. “Güzel. Yalnız kalmamalı insan,” diye mırıldandı. Ne kadar da aptalca
konuşuyorum, diye düşündü. Sustu. Zihni geçmişteki tek bir mekana doğru
sürüklendi. Kısa sürmüş evliliklerinin yatak odasına. Aşık olduğu o kızın
kaskatı kalışı, sonrasındaki hıçkırıkları, kendisinin kapıyı çarpıp çıkmaları.
Müşteriler
dağılmıştı. “Yesene. Tostu güzeldir Nadire’nin. Çok beğenilir,” dedi kadın.
“Gerçekten
güzel görünüyor.” Küçük bir lokma ısırdı.
“Dubai’de
var mı bunlardan?”
“Yok,
bilmiyorlar böyle karışık tostu. Varsa yoksa Amerikan burgerleri”
Gülüştüler.
Yine söz bitmişti.
“Ben
gideyim artık,” diyerek yerinden kalktı.
“Sağol
geldiğin için.”
“Çayla
tost için de Nadire hanıma teşekkürlerimi ilet.”
“Söylerim.”
Yola
doğru bir adım attı. Durdu, kadına döndü.
“Senden
özür dilerim.”
Kadın
şaşırdı. “Anlamadım. Ne özrü?”
“Seni
o zaman çok zorladığım için. Hiç anlayamamışım seni.”
Gülümsedi kadın. “Esas sen kusura
bakma. Ben de seni çok üzdüm. O zaman ben bile kendimi anlayamamıştım ki.”
Sarıldılar
birbirlerine.
“Hoşça
kal,” dedi adam.
“Kendine
iyi bak.”
Bir taksi yakalayabilmek için
kaldırımın kenarına doğru ilerledi. Yine bir çıtırtı geldi ayağının
altından. Bakmadı bu kez aşağıya.
Mırıldandı, "yine ezmişimdir bir yaprağı."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder