SOSYAL MEDYA

31 Mart 2021 Çarşamba

Irmak Erkan

 


‘Onun uğraştığı iş bana kelimenin tam anlamıyla trajik denen şeyi sezdirmişti’

                                                                                              Yukio Mişima, Bir Maskenin İtirafları

KIRMIZI KOLONYA ŞİŞESİ

                Eskiden her şey ne güzeldi. Dünyada benden mutlusu yoktu. Hayatta birçok insanın sahip olamadığı şeye sahiptim. Beni sarıp sarmalayan, kucaklayan, besleyen, sevdiğim bir işe.

                 Kar, kış, ayaz demeden sabah ezanından evvel bodrum kattaki dairemden fırlar, koşa koşa işyerine gelirdim. Elektrik sobam, masamın içinde beni beklerdi. Fişini prize takar, çaydanlığın altını yakıverirdim. İçeriye demlenen çayın kokusu dolarken ben süpürgeleri, faraşları kucağıma yatırıp tek tek yıpranıp yıpranmadığına bakardım. Kolideki deterjanım bana kaç gün daha yeterdi; şişedeki sıvı sabunda azalma var mıydı? Fırçalarımı bir gece önceden temizlemeyi âdet edinmiştim; peki yer çekçeğinin lastiği kopmuş olabilir miydi? Ben rutin kontrollerimi yaparken cami cemaatinden birer ikişer damlayanlar olur, ceplerindeki bozuklukları camın önüne bırakırlardı.

                Bir ihtiyacımı görürüm diye birkaç kuruş fazladan bırakanlar olduğu gibi hiç para vermeden sıvışanlar da vardı. Kimileri ise hastanenin aciline yetişir gibi telaşla içeri koşarlar, ancak işlerini gördükten sonra beni yok farz ederlerdi. Bunlar benimle konuşmak bir yana, çıkarken uzattığım kolonyaya, peçeteye bakmadan doğrudan geldikleri gibi koşa koşa çıkışa seğirtirlerdi. Bana para vermeyenleri, beni yok sayanları daha çok severdim. Onları anladığımı düşünürdüm. Bilirdim ki hem içerde kapalı kapının arkasındaki eylemlerinden, hem de yanımdan boş geçtikleri için çifte suçluluk duyarlardı.

                Çoğunluk benim pis biri olduğumu, küçük bir azınlık da paraya doyamadığımı, ne çok kazandığımı konuşurdu. Benim bu işi sadece sevdiğim için yaptığım bir türlü akıllarına gelmezdi. Bilmiyorlardı ki çevremdekileri de benden kaçtıkları, uzak durdukları sürece seviyordum. Hem onlara içerinin dışarıdan çok daha temiz olduğunu, asıl pisliğin kendi dostluk dedikleri, sohbet dedikleri kirli maskaralıklarında gizlendiğini nasıl söyleyebilirdim? Söylesem inanırlar mıydı? 

                Şimdiye kadar hep etliye sütlüye dokunmadan kendi kabuğumda yaşamıştım. Ne olduysa dernek başkanı değiştikten sonra oldu. Yeni seçilen başkan her gün gelip halimi hatırımı sormaya başladı. Bir ihtiyacım var mıydı? Eksik malzemem oldukça çekinmeden isteyebilirdim, hemen temin edilirdi. Şayet kokudan rahatsız oluyorsam odamı umumi tuvaletten uzak, abdesthaneye yakın bir yere de taşıyabilirlerdi. Ona hemen şiddetle karşı çıktım tabii… Odamın taşınması söz konusu bile olamazdı. Yerimi, yurdumu nasıl değiştirebilirdim? Umumi tuvalete yakın olmak benim en önemli gereksinmemdi. Yardımcı falan da istemiyordum. Yalnız çalışmaktan keyif alıyordum. Hem işten anlamayan, işini sevmeyen birine tahammül edemezdim. Beni tanımadan hakkımda kendi kendine yaptığı yargılara aylar boyunca sessizce katlandım. Sadece Cuma namazlarına katıldığım halde herkese beni çok dindar, çok temiz biri olarak tanıtıyordu. Çok temiz falan değildim. Sık sık, helâ taşlarını temizlediğim ellerle para üstü uzattığım oluyordu. Bunlarla da kalmadı, beni bir tuvaletçi gibi görmediğini, iyi bir esnaf olduğumu her fırsatta dile getirdi.

                Başkan bir gün yanıma kırmızı bir kolonya şişesi ile geldi. Şişenin etrafına beyaz bir kurdele sarılmıştı. Kolonya şişesini hemen camın önüne koydu. Başkana kalırsa artık endişeye hiç mahal yoktu. Bundan sonra gelenim gidenim çok olacaktı. Onun konuşmaları ve getirdiği kırmızı kolonya şişesi işe yaradı. Tuvaleti kullanmak için civar mahallelerden daha çok kişi gelmeye; neredeyse her gelen bana hal hatır sormaya başladı. Kolonya şişesini ben tutmadan kendileri döküyor, bu esnada mutlaka ödemeyi de yapıyorlardı. Hangi tuvalette kâğıt bittiyse söylüyorlar, kirli bırakılan varsa uyarıyorlar, her seferinde teşekkür ederek yanımdan ayrılıyorlardı.

                Sonunda olan oldu. Ben de ‘başarılı’ olduğuma inanmaya başladım. Bir kere hoş sohbettim. Güler yüzlüydüm. Naziktim. Bunlar az meziyet değildi. Hiç ilgimi çekmediği halde müşterilerimin sıhhatini, işlerinin rast gidip gitmediğini soruyor; verdikleri cevaplar için onları küçümsüyor, işim düştüğünde ise aynı kişilere yaltakçılık ediyordum. Birlikte eğlenirken, gülerken içimden onlarla alay ettiğimi bilmiyorlar, samimiyetimi sahici sanıyorlardı. Beni suçlayamazlardı. Kendini olduğundan farklı göstermeyi onlardan öğrenmiştim. Başkan dâhil herkesin benimle yaptığı sohbeti riyakâr, samimiyetsiz buluyordum.

               

 

                Geçen hafta dernek başkanını bir köşeye çekip bu şekilde devam edemeyeceğimi söyledim. Herkesin girdiği helâyı temizlemek benim yapacağım, bana yakışan bir iş miydi Allah aşkına? İçerdeki kokunun beni tiksindirdiğini, sabah akşam öğürdüğümü söyledim. Bir deri bir kemik kaldım yahu, görmüyor muydu? Eğer devam edeceksem derhal odamın içine sadece bana özel bir tuvalet yapılmalıydı. Bundan sonra sizin pisliğiniz ayrı… Benimki ayrı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Feridun Andaç

  KENDİ BAKIŞINDA BİR SES OLABİLMEK                                                                                                         ...