‘Onun uğraştığı iş bana kelimenin tam anlamıyla trajik denen şeyi
sezdirmişti’
Yukio
Mişima, Bir Maskenin İtirafları
KIRMIZI KOLONYA
ŞİŞESİ
Eskiden
her şey ne güzeldi. Dünyada benden mutlusu yoktu. Hayatta birçok insanın sahip olamadığı
şeye sahiptim. Beni sarıp sarmalayan, kucaklayan, besleyen, sevdiğim bir işe.
Kar, kış, ayaz demeden sabah ezanından evvel
bodrum kattaki dairemden fırlar, koşa koşa işyerine gelirdim. Elektrik sobam,
masamın içinde beni beklerdi. Fişini prize takar, çaydanlığın altını
yakıverirdim. İçeriye demlenen çayın kokusu dolarken ben süpürgeleri, faraşları
kucağıma yatırıp tek tek yıpranıp yıpranmadığına bakardım. Kolideki deterjanım
bana kaç gün daha yeterdi; şişedeki sıvı sabunda azalma var mıydı? Fırçalarımı
bir gece önceden temizlemeyi âdet edinmiştim; peki yer çekçeğinin lastiği
kopmuş olabilir miydi? Ben rutin kontrollerimi yaparken cami cemaatinden birer
ikişer damlayanlar olur, ceplerindeki bozuklukları camın önüne bırakırlardı.
Bir
ihtiyacımı görürüm diye birkaç kuruş fazladan bırakanlar olduğu gibi hiç para
vermeden sıvışanlar da vardı. Kimileri ise hastanenin aciline yetişir gibi
telaşla içeri koşarlar, ancak işlerini gördükten sonra beni yok farz ederlerdi.
Bunlar benimle konuşmak bir yana, çıkarken uzattığım kolonyaya, peçeteye
bakmadan doğrudan geldikleri gibi koşa koşa çıkışa seğirtirlerdi. Bana para
vermeyenleri, beni yok sayanları daha çok severdim. Onları anladığımı
düşünürdüm. Bilirdim ki hem içerde kapalı kapının arkasındaki eylemlerinden,
hem de yanımdan boş geçtikleri için çifte suçluluk duyarlardı.
Çoğunluk benim pis biri olduğumu,
küçük bir azınlık da paraya doyamadığımı, ne çok kazandığımı konuşurdu. Benim
bu işi sadece sevdiğim için yaptığım bir türlü akıllarına gelmezdi. Bilmiyorlardı
ki çevremdekileri de benden kaçtıkları, uzak durdukları sürece seviyordum. Hem
onlara içerinin dışarıdan çok daha temiz olduğunu, asıl pisliğin kendi dostluk
dedikleri, sohbet dedikleri kirli maskaralıklarında gizlendiğini nasıl
söyleyebilirdim? Söylesem inanırlar mıydı?
Şimdiye
kadar hep etliye sütlüye dokunmadan kendi kabuğumda yaşamıştım. Ne olduysa
dernek başkanı değiştikten sonra oldu. Yeni seçilen başkan her gün gelip halimi
hatırımı sormaya başladı. Bir ihtiyacım var mıydı? Eksik malzemem oldukça
çekinmeden isteyebilirdim, hemen temin edilirdi. Şayet kokudan rahatsız
oluyorsam odamı umumi tuvaletten uzak, abdesthaneye yakın bir yere de
taşıyabilirlerdi. Ona hemen şiddetle karşı çıktım tabii… Odamın taşınması söz
konusu bile olamazdı. Yerimi, yurdumu nasıl değiştirebilirdim? Umumi tuvalete
yakın olmak benim en önemli gereksinmemdi. Yardımcı falan da istemiyordum.
Yalnız çalışmaktan keyif alıyordum. Hem işten anlamayan, işini sevmeyen birine
tahammül edemezdim. Beni tanımadan hakkımda kendi kendine yaptığı yargılara
aylar boyunca sessizce katlandım. Sadece Cuma namazlarına katıldığım halde
herkese beni çok dindar, çok temiz biri olarak tanıtıyordu. Çok temiz falan
değildim. Sık sık, helâ taşlarını temizlediğim ellerle para üstü uzattığım
oluyordu. Bunlarla da kalmadı, beni bir tuvaletçi gibi görmediğini, iyi bir
esnaf olduğumu her fırsatta dile getirdi.
Başkan
bir gün yanıma kırmızı bir kolonya şişesi ile geldi. Şişenin etrafına beyaz bir
kurdele sarılmıştı. Kolonya şişesini hemen camın önüne koydu. Başkana kalırsa
artık endişeye hiç mahal yoktu. Bundan sonra gelenim gidenim çok olacaktı. Onun
konuşmaları ve getirdiği kırmızı kolonya şişesi işe yaradı. Tuvaleti kullanmak
için civar mahallelerden daha çok kişi gelmeye; neredeyse her gelen bana hal hatır
sormaya başladı. Kolonya şişesini ben tutmadan kendileri döküyor, bu esnada
mutlaka ödemeyi de yapıyorlardı. Hangi tuvalette kâğıt bittiyse söylüyorlar,
kirli bırakılan varsa uyarıyorlar, her seferinde teşekkür ederek yanımdan
ayrılıyorlardı.
Sonunda
olan oldu. Ben de ‘başarılı’ olduğuma inanmaya başladım. Bir kere hoş
sohbettim. Güler yüzlüydüm. Naziktim. Bunlar az meziyet değildi. Hiç ilgimi
çekmediği halde müşterilerimin sıhhatini, işlerinin rast gidip gitmediğini
soruyor; verdikleri cevaplar için onları küçümsüyor, işim düştüğünde ise aynı
kişilere yaltakçılık ediyordum. Birlikte eğlenirken, gülerken içimden onlarla
alay ettiğimi bilmiyorlar, samimiyetimi sahici sanıyorlardı. Beni
suçlayamazlardı. Kendini olduğundan farklı göstermeyi onlardan öğrenmiştim.
Başkan dâhil herkesin benimle yaptığı sohbeti riyakâr, samimiyetsiz buluyordum.
Geçen
hafta dernek başkanını bir köşeye çekip bu şekilde devam edemeyeceğimi
söyledim. Herkesin girdiği helâyı temizlemek benim yapacağım, bana yakışan bir
iş miydi Allah aşkına? İçerdeki kokunun beni tiksindirdiğini, sabah akşam
öğürdüğümü söyledim. Bir deri bir kemik kaldım yahu, görmüyor muydu? Eğer devam
edeceksem derhal odamın içine sadece bana özel bir tuvalet yapılmalıydı. Bundan
sonra sizin pisliğiniz ayrı… Benimki ayrı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder