SOSYAL MEDYA

31 Mart 2021 Çarşamba

Sibel Oğuz

 

ÖĞLEN ARASI -3

Gülara’ya Mektuplar

 

Gülara, sana nasıl hitap etmem gerektiğini beceremiyor olsam da şunu bilmeni isterim ki yazdığım her sözcük açılmaktan korkan birer tomurcuk. Körpe, samimi ve sana özel. Bu sabah işe geç kalırım korkusuyla evden hızlıca çıkmam az kalsın faciaya sebep oluyordu. Gizli buzlanmayı fark ettiğimde iş işten geçmişti. Kaşlarını çattığını hisseder gibiyim. Canımın içi inan bana mühim bir şeyim yok, sağlık ocağındaki doktor hafif incinme olabilme ihtimali üzerinde durdu. Bunlar çaresi olan şeyler. İyileşmesi için biraz zamana ihtiyacı var. Fakat gönül öyle mi? İncinmeye, zedelenmeye görsün. Tam iyileşti, kapandı derken...
Güz çiçeğim beni asıl kederlendiren ikiyüzlü insanların gizli buzlanmadan daha tehlikeli oldukları. Onların kalbimde açtıkları onarılmaz çatlaklar iyileşmesi mümkün olmayan yaralara dönüştü. Bilsen kaç kez yamaladım yüreğimi, kaç kez diktim söküklerini. Ucu kaçmasın diye türlü düğümler attım kılcal damarlarıma. Sağlama aldığımı zannederken en olmadık yerlerden sızdı, sinsi bir düşman gibi.

Canımın içi seni hususi meselelerimle yormaya hakkım yok. Fakat sen de biliyorsun beni anlayanın en iyi sen olduğunu. Gün geçmiyor ki sensizlik bende biçareliğe dönüşmesin. Takvimi her gün koparmayışım ihmal ettiğim anlamına gelmesin. Buralarda vakit fazlasıyla tembel. Yayılıyor, uzuyor ertesi güne sarkıyor. Akdeniz’de öyle mi? Hele sen yanımdayken. Şimdi uzaklarda olman, aramıza mesafelerin girmesi gönül ıraklığı anlamına gelmesin. Her an benimlesin ve zihnimin işlek caddelerinde dolaşıyorsun. Dün akşam sana neleri yazacağımı düşündüm. Daha doğrusu ne yazarsam mutlu olursun düşünceleri zihnimi kurcaladı durdu. Sonunda saçlarına şiir yazmaya karar verdim. Erken alınmış bir karar değildi elbette. Bir haftadır düşüncelerimi meşgul ediyordu. Portakal kokularının saçlarına karıştığını yazsam Zeze gücenir miydi? Her zaman söylediğim, savunduğum yargılar kesinlik kazanarak beni yanıltmadı. Evet, planın dâhilinde ilerlemek her zaman mümkün olmuyor ne yazık ki. Bu mektubum için de geçerli. Yazmak istediğim şiirin yerini şikâyetler aldı. Umarım bu durum kalbinde en ufak bir çarpıntıya neden olmamıştır. Bunu olgunlukla karşılayacağından şüphem yok. Birtakım engellere savaş vermem gerekiyor belki de. Fakat Don Kişot kadar asil yürekli olmamakla beraber şövalyelik yasalarını bilemem ne yazık ki. Dünyayı değiştirmek bir yana kendimle ilgili en ufak bir değişim söz konusu değil. Kendine hayrı olmayan bir şövalye...Değişim demişken şu fular mevzusu canımı hayli sıkmaya başladı. Küçük yerlerin dedikodusu büyük olur. Duymazdan geldikçe... Hani şu dostluğumuzun ipleriyle dokuduğun fulardan söz ediyorum. Daha evvel bu konuya değinmiştim sanırım. Bazı alışkanlıklarımın, vazgeçemediklerim desem abartmış olmam, bir başkasına malzeme olması canımı sıkıyor. Bir fular üzerinden düşüncelerimi sorgulamak bana göre şeyler değil.


Gülara, ruhumun aydınlığı, varlığınla hayatıma anlam katan can dostum. Güzel bir eve sahip olamamam benim için kayıp değil doğrusu. Metaya önem vermediğimi bilirsin. Oysa senin dostluğunu kazanmak kadar güzel ne var bu dünyada. Şimdi sözde dostlarım dünyalık şeylerin gözümde bu denli değer kaybedişini duysalar arkamdan olmadık laflar edecekler. Ah! Güz çiçeğim hakkımda çıkan söylentiler canımı sıkmıyor değil. Sözüm ona Marksist düşüncelere sahipmişim, sakalım, açığa vurmaktan kaçındığım duygularımın şekil bulmuş haliymiş. Ne diyeyim. Ne vakit kılık kıyafet düşünceleri kuşatır oldu?

Bugün üzerimde garip bir sıkıntı var. Yerini tarif edemiyorum. Keşke ağrıyan yerim dişim olsa karanfil tanesi koyar en azından ağrıyı ertelerdim. Bu durum işlerime de sirayet ediyor. Sabahtan beri Ahmet Bey’in bakışları uyarı veriyor. Doğrusunu söylemek gerekirse haksız sayılmaz. Bilirsin düşüncelerim eylemlerimi ele geçirmiş durumda. Zihnim yoğunlaştıkça hareketlerim yavaşlıyor. Buna engel olamıyorum. Dün doktorla görüşmem vardı. Sırf sana verdiğim sözü yerine getirmiş olmak için katlanıyorum. Alanında iyi olmak kibrinden yere bakmamayı mı gerektirir? Lütfen bu sorumun cevabını yaz.
Efendim, kendim olmalıymışım. Duygu ve düşüncelerim özgün olmalıymış. Başkasını taklit ederek yaşam sürmek kendime yaptığın en büyük kötülük olurmuş. Buna hakkım yokmuş. Bu sessiz eylemlerim varoluşçuluk felsefesinin yasalarına aykırıymış. Kendi varlığımı sorgulayarak tek olduğuma, biricik olduğuma inanmalıymışım. Falan feşmekan. Diyeceğim o ki doktor ne sen yargıçsın ne de ben suçlu. İfade yeteneğimin olmayışı yüreğimde uçsuz, bucaksız arazilerim olmadığı anlamına gelmesin. Dış görünüşümle yargılanmam psikolojinin yasalarına ters düşmez miydi?  Fakat insan susmaya görsün, kendin olmanın dışına da kalıveriyorsun. Birileri kolundan tutup kar, fırtına demeden seni dışarı fırlatıyor. Ve canımın içi acı olan şu ki kendi evinin yabancısı oluyorsun.

Ah Gülara’m!  Seni evrenin sahibine emanet ediyor, içimde devleşen sevgiyle kucaklıyorum. Haftaya salı görüşmek umuduyla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Feridun Andaç

  KENDİ BAKIŞINDA BİR SES OLABİLMEK                                                                                                         ...