SOSYAL MEDYA

31 Mart 2021 Çarşamba

Zehra Görgel


SAYIKLAMALAR

 

Tek isteğim gitmekti.

Gün sonunda hep kalanlar arasında buldum kendimi.

Tek isteğim gitmekti. Vicdanî açıklama gereğini reddederek ve başımı öne düşürmeden, taşımadan geride kalana yönelik pişmanlık. Sırf kendimi hatırlayarak, kendime kanarak sırf, tek isteğim gitmekti. Yalnızca rastlantısal, ayaküstü bağlara yetirerek sabrımı, her gün kaç kahır boyu uzayarak nasıl büyürmüş beklemek, görmeden.

Gitmek.

İlk gençlik cennetiydi. Her şey, yolun kendinden ibaretti. Hayatın insanla barışık olduğuna inandığım bir çağın sarsılmaz kehanetiydi. Yollar herkese hep gitmek için var sanırdım. Gidenlerin ardından yol gözlemek düştü payıma.

 

Ne olur direksiyonu sağa kırmasam, düz devam etsem? Sağa hep kaybolunca gidilmez mi? Belki de ben gereğinden fazla kaldım kendimde. Kendime yerleştim. Dizlerine kadar uzamış memeleriyle üstünü örttüğü hayatın hayalî anılarıyla avunan neneler kadar ezelden beriyim. Benim için gidecek bir yer, artık olmadığından mı? Hep sağa gitmekten kaybolduysam peki? Volta atarak tamamladığım adım sayılarından, su üstünden geçen yollar yaptıysam kendime?

Ne olur bir kerecik düz devam etsem? Sorun etmediğimin sorumlusu olmaktan, bu konserve dünyamın gök kubbesini taşımaktan yoruldum. Atlas vazgeçse!

 

Peki ya Üzüm Teyze? O hiç gitmek istemez mi? Belki de o, gitmek kurbanıydı. Üzüm Teyze. Asmalı bahçenin düşmüş salkımı. Mor çiçekli yeşil minderinin üstünde, dizlerine çektiği muşambaya usul usul inerken kar taneleri, uzun yıllar önceki bir gitmek yüzünden pişmandı. Bildiği tek gitmek hayali evdi belki. Var mıydı bir evi? Tükenmez kalem, tespih, minik el

 

 

 

 

 

feneri satarak, gidebileceği bir ev var edebilir miydi insan? Peki nerede? Ya insanın evi neresi? Canları pahasına hızla sürerek arabalarını, bu insanlar, evlerine mi gidiyorlar gerçekten? Bu kadar inceliksiz, bu kadar mutsuz, her şeye ait, her şeyden hariç... Gidemedikleri dünyayı yemişlercesine, gözeneklerinden dünyanın sızdığı, dünyanın kendini onlardan kustuğu insanlar. Bir an önce yetişmeye çalıştıkları ne?

 

Kesilen göbek bağının acısını hâlâ içlerinde taşıyanlardır belki de hep olduğu yerde kalanlar. Gidip gelenler. Dönüp dolaşanlar. Anne neredeyse, küçük bir çocuğun evinin de orası olması gibi, güvenli bir sevgiyle kuşatılmak muhtaçlığı mı, biz hep kalanların hayatını bir hamster çarkına dönüştüren? Duvarlarla değil, sevgilerle örmeliydik sınırı o hâlde. Tek mecburiyet, sevmek olmalıydı. Sağa sevgiyle dönebilmeli, severek gidebilmeliydik.

İlk gençliğin cenneti olan gitmekten kovulup, kaçmak hayalinin peşinde cehenneme nasıl sürüklendik?

 

Sabahları, bütün günün ve hatta hayatın uzun, çok uzun olduğuna dair tazelenmiş bir inançla uyandığımdan, günbatımlarında yakalanıyorum aslıma. Yaşamak dediğimizden geriye kalanların gerçekte nelerden ibaret olduğunu aşikâr eden her şeyin, deniz durulunca, sessizlik boyu kıyıya vurması gibi.

Gitmek. Nereye? Eve mi?

Her akşam kendi mahşerime, hem de tam vaktinde yetişmek.

Solda bir market var.

Yol, yoldur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Feridun Andaç

  KENDİ BAKIŞINDA BİR SES OLABİLMEK                                                                                                         ...