ÇOCUKLAR İNSANDIR
Okula gidemiyorum. Okulda oynayamıyorum. Teneffüste silgimizi top yapıp gol atamıyoruz birbirimize. Arkadaşlarımıysa ekrandan görebiliyorum. Bunca acı yetmezmiş gibi, gün boyunca bilgisayar başında oturup ders yapıyoruz.
Bunlar alışık olduğum şeyler değil. Ekrana bakmaktan gözlerim kurudu. Kalbim bir tuhaf. Üstelik gün boyu ders de bitmek bilmiyor. Başka okullara giden arkadaşlarım sokakta top oynarken, ben onların bitmek bilmez çığlıklarını duymazdan gelmeye çalışıyorum. Tüm bunlarla bitse iyi. Akşam ödevleri de işin cabası. Nedense bu ödev dedikleri şeyler çok önemli. Özellikle babam için. Az sonra eve gelecek. “Nasılsın,” bile demeden, “Bugün dersler nasıldı?” diye soracak. Sabah 9’dan akşam 5’e kadar ekran başındaki tutsaklığımı bildiği halde yapacak bunu. Çünkü kafasında bir proje olarak gelişen ben, aynı zamanda onun en büyük gelecek kaygısıyım. Oysa bana demesin nasılsın diye, başka sorular da sormasın. Ben acı çekiyorum. Bunun sorumluluğunu paylaşsın benimle. Masayla, masa lambasının arasına sıkışmış durumda benim çocukluğum. Yaşadıkça öğrenebileceğim şeyleri uzaktan eğitilerek tamamlayamıyorum. Motor gelişimim değil belki ama duygusal gelişimimde bir şeyler ters gidiyor ve ben bunların altında eziliyorum. En çok öğretmenimi ya da arkadaşlarımı özlediğimi sanıyorsunuz, oysa en çok okulumun bahçesini özlüyorum. Ama siz bunu önemsemiyorsunuz bile.
Babam bunları bilmeyecek. Çünkü sormayacak. Yaz boyunca turizmi destekleyip, eğitimi baltalayan devlet erki gibi eve girecek. Yemek yedikten sonra yanıma oturacak. “Neler yaptın bugün oğlum?” diyecek. Neler yapmak isterdin, demeyecek mesela.
“Ne ödev vermiş öğretmen?”
“Bilmiyorum baba. Bir sürü gene.”
“Ne zaman başlayalım yapmaya?”
“Hiçbir zaman! Beni mutlu etmeyen hiçbir şeye başlamak istemiyorum.”
“Ama o zaman başaramayız.”
“Baba, ben başarmak istemiyorum ki zaten. Öğretmeninim ve senin başarmak diye anlattığınız her şey beni boğuyor.”
Kaygılanacak gene. Bir çocuk hemen hisseder annesinin veya babasının kafasında oluşan bir sürü çıkmazı. Direnmem boşuna. Neticede o ödev yapılacak. Deftere kazınacak el yazım. Öğretmenimi ve ailemi mutlu etmeye yönelik bir eğitim sistemi çünkü bu. Bizi mutsuz ederek yok edilen küçük yüreklerin sorumluluğunu kim üstlenecek peki?
Önce matematik ödevi yapılacak. Sonra Türkçe ödevine geçilecek. Kalem, Defter, Cumhuriyet ve Atatürk mesela sıralanacak alfabeye göre. Abeceyi bilmiyor olsaydım bile, Atatürk’ü başa koyar, Cumhuriyet’i arkasına yapıştırırdım zaten; çünkü kalemsiz bir defter ne kadar anlamlıysa, Atatürksüz bir Cumhuriyet de o kadar anlamlıdır bana göre.
Ödevler olsa da olmasa da, yapılsa da yapılmasa da, sonunda gece olacak. Yatma vakti önünde sonunda yanı başıma bir uyku gibi sokulacak. Eylülün sıcağına düşer gibi, yastığın yanağına devrilecek başım. Her gece hüzünle uyumayı öğrendim bu süreçte. Umutla kalkmayı, uyanmayı da öğrendiğim gibi, kanıksadım dünyanın bana sunduğu bu zindanı. Ama büyüklerime güvenmiyorum bir süredir, çünkü onların benden bekledikleriyle, isteklerim arasında büyük tutarsızlıklar gelişti aramızda. Ama olsun. Yine de dünya bizden aldıklarıyla değil, bize sunduklarıyla güzel. Ya da benim dünyam böyle hayal ettiğimde güzelleşiyor. Büyüklerin bize öğrettiği değil, bizim hayalimizdeki evrende yaşayacak olmak umutlandırıyor hala beni.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder