ARPATLOSE
Fakir Baykurt'a...
Fakir abi, mektubunuz yeni elime ulaştı, beni kırmayıp yazdığınız, benimle düşüncelerinizi, yazılarınızı paylaştığınız içim size teşekkürü bir borç bilemem, o yüzden peşin peşin edeyim, Teşekkürler.
Bilirsiniz ben de rahmetli Sait Abi gibi kötü edebiyat terbiyesi aldım. Bu vesileyle zamanı daraltmak/uzatmak üzerine çalışmam gerektiği konusundaki tavsiyelerinize uymaya çalışarak ve sorunuzun da kısa bir cevabı olması açısından uygun olur diye düşündüğüm bir saatimi dilim döndüğünce anlatmak isterim. Umarım devamını okumak ister, bana zaman zaman yazmayı da ihmal etmezsiniz...
Sabah evden çıkıp bisikletle ormana dalıyorum. Saat sekiz: Kar çiseliyor soğuk soğuk, tatlı tatlı yüzüme.
Sulu ayazda yavrularını bakıcı yuvalarına götüren anne babalar var sokaklarda.
Kulağımda kulaklık, İstanbul Senfonisini dinliyorum, bir garip bisikletliyim, kafamda kask yok bere, işçi Sami'nin oğlu, elim eldivensiz çalışmaktan yara bere, yapraklar kızıl, gidiyorum ötelere, ormanın derinliklerine, Frankfurt ormanının kayın kaplı yerlerine, sırtımda bir çanta, çantanın içinde Hesse'den Ağaçlar, önce bahçeye, Türk kahvesi yapmaya, termostaki makine kahvesinin soğumuş suyunu toprağını yeni belleyip sertleştirdiğim lavantanın dibine döküyorum, kahveli geleceğin bitki çayı, yağlı ve kafeinli, içeri giriyorum gerisin geriye, Türk kahvesi koca bardak termosa, çanta sırta, basıyorum pedala, ilk hedefim Kesselbruchweiher, bakalım göl buz tutmuş mu, ördekler ne yer ne içer, önce A3 üzerinden karşıya, ordan süratle aşağı göl kenarına, göl kenarında ormancılar boynu bükük ağaçları budamakta/kesmekte, hızarların tozu sanki göle uçar aheste aheste, Burcu Karadağ'ın ney solosu kafamda, daha daha da ilerilere, ormanın gerisine, bas "pis"ketçi bas pedala, on dakika demedi gölü geçtim, köşede durdum, kahveden bir yudum, sıcak daha, hey gidi telvesine kurban, tadımlık/sonra bakımlık bir kare, bank kış girdikçe sanki yapraklara batmada, ordan doğru yukarıya, Frankfurt ormanının diğer tarafına, Neuisenburg'a yakın cenahına, geçilen bir ara yol, yol aşağı doğru iner, kapı yukarı doğru kapanır, bu işte var bir hayır, dal içeri, dallar arasından ara bir orman yolundan Jacobiweiher'a, vardıktan sonra oraya, köprü var, tahta, tahta köprünün üzerinden geçer iken kısa bir duraksama, ördekler, kuğular köprüye doğru davranmada/ kanatlanmada, bir iki kare daha odaklama, köprüden karşıya sağa, önce bir bankta konaklama, Merz Aestetics hediye banka bisiklet dayama, bir iki fotoğraf daha araklama, ordan dinozorlu resmi takip ederekten Straßenbahn(Tramvay) durağına, tren yoluna varmadan yerde bir taş, taşın üzerinde koca harflerle K, sanki Kafka, karga, mezartaşı, ne alaka, Andreas çaprazından beton devam yola, beton yol devamında Fasanerie(Sülün bahçesi), içinde yaban domuzları, geyikler, sincaplar, kartallar, baykuşlar, tavuklar, keklikler yan yana, bugün kapalı her taraf korona, devam yola, bu kez altından geçilecek A3'ün, otobanı alttan yaran geçitte bir fukara, elinde koca bir sopa, asa, kolon ile kirişi bileştiren bölümde kasıtlı bırakılmış, güvercinlerin zorunlu olarak yuva (mor~gri güvercinlerin modern oteli) ya doğru uzatıyor sopayı, kuru ağaç dalı deliğe uzanmıyor, uzanarak bir şeyler söylüyor, açlıktan güvercin mi avlayacak kolon kiriş arasından paranoya, sopayı ben geçtikten sonra alıyor aşağıya, bir fren yapıyorum geri bakınca, içim sızlıyor, içim, Aytaç Doğan'dan taksim dinliyorum o esnada kulağımda, cız cız cız sulu kar atıştırıyor, virgüllerden yoruluyorum, kanun tellerinin çıkardığı, kalbimin yüzüne vuran acı dolu tınılardan yoruluyorum, derin bir nefes alıyorum, evsizin yanına varıyorum, “Hallo” diyorum.
Şaşırıyor.
“Hallo” diyor, yüzü gülüyor, insan özünde
sakalını sevdiğimin dilencisi, benden farkı yok, ben de ya yol, ya ev bekçisi,
“Brauchst du was” diyorum, “Bir ihtiyacın var mı kardeşim, bruder, su, Yemek…"
“Nein Danke”
“Wenn du was brauchst”, yani varsa bir ihtiyacın
“Wasser”
“Yiyecek”
“yakı/ceket falan”
“Yok” diyor.
“Sağol”,
“Okey” diyorum.
Geri dönüyorum.
İkinci bir sağol
“Bir şey değil” demekten utanıyorum
Hey gidi diyorum insanoğlusu, zengin hala yer süt"larç", fakir hâlâ yer Bul"amaç"
Bulmaca gibi
Yaşamı şu insanın
İnsan olan insan diyorum kendi kendime, hangi çağda yaşıyoruz, şu insan kardeşinin haline acımaz mı. İçimin acısından sesler kesiliyor. Ormanın içine dalıyorum, serin bir rüzgâr vuruyor yüzüme, hüngür hüngür ağlıyorum, duruyorum genç bir kayın arasında, sırtımdan çantamı indiriyorum, yeşil kaplı kitabımı çıkarıyorum, ve helâlinden/dadadan/ağaçlardan bir bölüm okuyorum:
"Üzgün olduğumuzda ve hayata katlanamadığımızda bir ağaç konuşur bizimle: Sus, bak bana! Yaşamak kolay değil, yaşamak zor değil. Bunlar çocuksu düşünceler. Bırak konuşsun içindeki Tanrı, o zaman susacaklar. Yolun seni anandan ve yurdundan uzaklaştırdığı için endişelisin. Ama attığın her adım, her yeni gün seni anana yaklaştırır. Yurt ya içindedir ya da hiçbir yerde"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder