SOSYAL MEDYA

27 Ocak 2021 Çarşamba

Muhammet Erdevir - Felsefe Eli Değmiş İroni - Dört Köşeli Üçgen

 FELSEFE ELİ DEĞMİŞ İRONİ: DÖRT KÖŞELİ ÜÇGEN


Bazı edebiyatçılarla tanışıklığınız eskiye dayanır. Ben Salâh Birsel’i lise ikinci sınıfa giderken ilçe halk kütüphanesinin kahverengi rafları arasında tesadüfen elime geçen “Şiirin İlkeleri” adlı kitabıyla tanıdım. O yaşlar için büyük ve garip bir keşifti doğrusu. Çünkü Birsel’in dilindeki muziplik genelde okuru ürkütür. Ama beni içine çekti ve ardından Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, Kahveler Kitabı, Boğaziçi Şıngır Mıngır gibi “nevi şahsına münhasır” kitaplarını okudum. Sonra uzun süre Birsel okumadım, sadece ara ara denemelerini ve günlüklerini okuyordum. Derken geçen yıl, yahu bu adamın bir de romanı olacaktı deyip elime Dört Köşeli Üçgen’i aldım ve dünyaya mümkün olan tüm aykırı pencerelerden nanik yapan bu zekâ karşısında bir kez daha şapka çıkardım.

Edebiyatımız ironiye yabancı değildir. Edebiyatçılardan siyasetçilere insanlarımız mizahı, iğnelemeyi, ironik bakışı sever. Salâh Birsel ise hem düzyazıda hem de şiirde ironi ve mizahı ustalıkla kullanmasıyla edebiyatımızda kendine özel yer edinmiş bir yazarımız şüphesiz. Dört Köşeli Üçgen’in yazılış süreci de en az romanın kendi kadar ilginçtir. 1957’de Ulus’ta tefrika edilen ve 1960’ta kitaplaştırılan bu roman, yolculuğuna roman olarak başlamamıştır. Evet, yanlış okumadınız Salâh Birsel bu romana aslında insanlık durumlarını sorguladığı felsefî bir yazı olarak başlamış, zamanla iş büyüyüp metin hacim kazanınca dümeni romana çevirmiştir. Böylece edebiyatımızın ilginç ve öncü romanlarından biri ortaya çıkmıştır. Zira Dört Köşeli Üçgen, ismi dışında da alışıldık roman kurgusu ve anlatımından epey uzak olmasıyla Türk edebiyatında postmodern roman tavrının öncülerinden sayılabilir. Roman boyunca insanların yanardöner tavırları, yanlışın doğru kabul edilmesindeki ısrar, zaaflara düşkünlük ustalıkla silkelenir.

Yirmi bölümden oluşan Dört Köşeli Üçgen romanını henüz okumayanlar için birkaç cümleyle özet geçeyim: Romanımızın başkişisi kendine “Uluslararası Gözlemci” adını takmıştır ve Tütün Yaprakevi adlı bir fabrikada çalışmaktadır. Matematiksel doğruların olmadığı, bir üçgenin dört köşeli olabildiği bir dünyadır Gözlemci’nin dünyası. Olaylar ve gözlemler, Gözlemci’nin zihninde deneme kıvamında bir anlatımla değerlendirilip okura sunulur. Gözlemci’nin çoğunlukla ironik, yer yer absürt akıl yürütmeleri romanın ana omurgasını oluşturur. Gözlemcimiz çok ama çok iyi bir gözlemcidir. Aykırı bakış açısıyla paradoksları yakalar ve insanların mahremiyet perdesi arkasına sakladığı ikiyüzlü yönlerini açığa çıkarır.

Tütün Yaprakevi fabrikasında bekçilik yapan Gözlemci, ayrıksı tutumuyla insanı, mekânı, ilişkileri sorgular. Yazar, felsefî hesaplaşmasını Gözlemci aracılığıyla gerçekleştirir. Yaşamı anlamlı kılmanın yollarından biridir bu sorgulama. Tam olarak varoluşçu bir sorgulama olmasa da modern hayatın çelişkilerine dair erken bir uyanıştır. Özellikle insanın kendi kurduğu mekânların esiri olması, mekânın insana hizmet etmenin ötesine geçerek insan üzerinde bir tahakküm aracına dönüşmesini Salâh Birsel hemen en başta topa tutar: “Demek ölmek, savaşmak için bir kasnak, bir çember içine girmek, konuşmak, radyo dinlemek için de ille dört köşeli odalarda bulunmak gerekiyordu.” (s.9)

Romanın en etkileyici bölümlerinden biri bana kalırsa “Düşünceleri Okumak” adlı üçüncü bölümdür:

“İnsanlar karınlarından konuşmakla hem düşüncelerini mantıklarının baskısı altında tutmak gibi bir rahatsızlıktan kendilerini sıyırmış oluyorlar hem de dünyanın mantıkla yönetilebileceği üzerinde direnen felsefe bezirgânlarına kesin sonuçlu bir protesto çekmiş bulşunuyorlardı.” (s.14)

İnsanlar bir protesto çekiyorlardı ama peki, gerçekten karından konuşmak insana fayda sağlıyor muydu? İşte burası şüphelidir çünkü karından konuşmak karından düşünmeyi, karından düşünmek de karından karar almayı beraberinde getirir. Bütün bunların sonunda pürüzlerden kaçmak isteyen insanoğlu menfaatlerinin esiri olur ve kendi kendini törpüler:

“Karından düşünmek kişioğluna dünyanın bütün nimetlerini açıyor, yağmayan yağmurları yağdırıyor, geceleri gündüze çeviriyor, doğuşla ortaya çıkan yaratılış ayrımlığını giderek vurdumduymaz bir adamın, bilgili, görgülü kişilerle bir tutulmasını sağlıyordu.” (s.15)

Gözlemci, dünyaya dair her şeyi ilgi alanına aldığı için başı sık sık belaya girer ve girdiği işlerden kovulur. İnsanların karınlarını dinler, kadınlar tuvaletini izlerken yakalanır, patronun çalışanlarından biriyle olan ilişkisini açığa çıkarır… Girdiği her ortamda başına iş açsa da ona göre bunlar sorun değildir. Sorun, özgürlüklerini yeterince kullanamamasıdır. İnsanlar onu anlamazlar elbette. Fakat o, gözlemcilikten vazgeçmeyecektir. Öyle ki önceleri günde 24 saat gözlem yapmaya karar vermişken sonradan bunu günde 48 ve daha sonra 96 saat gözlem yapmaya kadar çıkarır. Çünkü o, zamanı bölebilmektedir. Hatta zamanı sonsuzca bölebildiği için eve gelip elektrik düğmesini çevirdiğinde odası aydınlanmaz. Yatağına girdiğinde ayağı kedisine çarpar. Böylece gözlem yapabilmek için tüm duyularını kullanabileceğinin ayırdına varır. Romanın sonunda akıl hastanesine kapatılmasıyla sona erecek macerasında çılgınlar gibi gözlem yapmasına rağmen dişe dokunur bir sonuç elde edememiş olması da romanın apayrı bir ironisidir aslına bakılırsa.

Mizahın asıl gücü, söylenmek isteneni doğrudan değil de bir alegori içinde aktarabilmesinden gelmektedir sanırım. Öyle ki toplumsal bir eleştiri mizahi bir bakış açısıyla dile getirildiğinde kitleselleşebilmektedir. Salâh Birsel, tek romanı olan Dört Köşeli Üçgen’de toplumsal eleştiriyi mizah ve ironi yoluyla yaparken toplumumuzda felsefe yapmanın zorluklarını da göstermiş oluyor aslında. Bizde felsefe kültürünün zayıf olması, felsefî sorgulamanın toplumun tüm kesimlerince akıl hastalığı derecesinde garipsenmesine yol açmakta ve Gözlemci gibi aykırı kişiler tez elden toplumsal düzenin dışına itilmektedir. Salâh Birsel’i başarılı kılan yönü, yakaladığı bu kırılmayı deneme veya felsefî bir metinle değil de roman kurgusu içinde ironik bir alegoriyle vermesidir.

O vakit varalım biz de gülelim ağlanacak halimize.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Feridun Andaç

  KENDİ BAKIŞINDA BİR SES OLABİLMEK                                                                                                         ...