BİR FİLM / Mehmet Güreli
Dört Köşeli Üçgen
Mustafa Dinç
Görüntü Y: Ahmet Sesigürgil
Senaryo: Görkem Yeltan
Müzik: M.Güreli
Yapımcılar: Yalçın Akyıldız – Görkem Yeltan
Salah Birsel’in ‘Dört Köşeli Üçgen’ romanından...
1. Salâh Birsel’in Dört Köşeli Üçgen romanını sinemaya aktardınız. Salâh Bey sizin için yazar, şair, eleştirmen olmasının yanı sıra dayınız. Onu yakından tanıyan biri olarak yönetmen koltuğuna oturdunuz. Bize nasıl bir duygu olduğunu yazar mısınız?
I-Kuşkusuz bir romanın yazıldığı anları yaşayıp yıllar sonra filmini yapabilmek ve yazarın izleyemeyeceğini bilmek tuhaf bir duygudur. Evet yaşadığım için iyi biliyorum. Gözlemcinin ceketine sinmiş Fransız sigarası Gauloises kokusuyla geçmişe ya da filmimizin setine bir yolculuk gibi. Sessizce, çekinerek, ürkek adımlarla, tam açıklanamayacak tavırlarla bezenmiş bir adamın hayatını anlatabilmenin zorluğunu da taşıyarak.
Belki de bu heyecan ‘Dört Köşeli Üçgen”in yazarına duyduğum sevgi ve saygıdan da kaynaklanıyor daha çok. Ama Görkem Yeltan’ın senaryo hazır dediği günden itibaren bu heyecan hiç azalmadı, hatta her geçen gün arttı bile.
2. Yönetmen olarak başka bir romanı da sinemaya aktarmak ister misiniz?
2-Şu anda Tuğba Çelik’in bir projesi üzerinde çalışıyoruz. Bir tiyatro sanatçısının hayat hikayesi kısaca. Geçmişin yorgunluğunu, sahne tozunun büyüsünü bugünlere taşıyan bir öykü.
Bir hesaplaşmanın mermerlerde dolaşması gibi.
Ama şunu da söylemek lazım, bir roman da neden olmasın?
3. Salâh Birsel’in kitaptan tiyatroya, sinemaya aktarılan eserler hakkında yorumunu duydunuz mu?
3-Salah Birsel’in roman uyarlaması ya da orijinal senaryo konusunda bir tercih yaptığını düşünmüyorum. Ama bundan 65 yıl önce film üzerine yazdığı yıllarda filmleri zor beğendiğini hatırlıyorum. Hatta dört yıldız verdiği filmlerin de bugün çoktan birer klasik olduğunu biliyorum. Ve şunu çok iyi biliyorum onun için tek kıstas bir filmin büyülü, iyi olmasıydı. Hitchcock, Vittorio De Sica, Jean-Luc Godard en sevdiği yönetmenlerdi.
4. Dört Köşeli Üçgen filmi için İstanbul’un belli mekanları da kullanılmış. Süleymaniye, Sirkeci Tren Garı, Kapaklı Çarşı vs. yerler bunlar. Eğer kırsal da çekilmiş olsaydı bu film, aynı gözlemci ile mi karşılaşacak mıydık?
4-Ve gözlemcinin İstanbul dışında ne yapabileceğini ben de çok düşündüm. Gerek mesleği, gerek insanlarla iletişimsizliği onu hep minderin dışına itiyor gibiydi. Tiyatro, yazı, merak üçgeni içinde savruluyordu. Gerçeğin bizim göremediğimiz alanları içinde dolaşıyordu. Sokaklar, evet İstanbul sokakları onun ait olduğu yerlerdi. Parkeler, lambalar, tramvaylar onu hep yazmaya sürüklüyordu. Aklının hakikati aradığı sınırların ortadan kalktığını hissettiği saatler için zor zamanlar diyebiliriz. Çevreyle her şeyin koptuğu engellerin ortadan kalktığı çağın kaybolmuş insanını artık çok zordu geri getirmek...
Bu hikaye başka yerde geçemezdi.
Ama saatlerce prova yapmak, not defterinizin içinde kaybolmak ve sahneye çıkmak istiyorsanız her şey olabilirdi.
5. Gözlemcinin kameraya karşı konuşması, gözlemcinin gerçekliğine, varlığına vurgu yapmak için midir? Epik tiyatro da tiyatro oyuncularının seyircilere doğru konuştuğunu biliyoruz. Bertolh Brecht bunu ilk yapanlar arasındadır. Sinema da bu ne zamandan beri yapılıyor ve neden yapılıyor?
5-Ve o bize döndüğü zaman nehrin öbür yakasına çoktan dönmüş sayar kendini. Konuşabileceği ya da gördüklerini paylaşacak kimsenin kalmadığını hissetmesidir esas mesele. Pencerenin açık olduğunu siz de ben de çok iyi görsek de anlatılması gereken bu değildir tabii. Onun için pencereden düşenin kim olduğunu açıklama tutkusu her şeyden önemlidir.
İşte madem kimse yoktur etrafta. O zaman da size döner gözlemci, bize döner, hepimize şöyle bir bakar ve seyirciye söyleyeceğini söyler.
Fransız kadının düşünde ona,
“kayboldun mu?” dediği gibi.
“Henüz değil...” der.
6. Gözlemci doğru konuştuğu zaman da insanların pek onun sözüne kulak asmadığını görüyoruz. Gerçeklerden uzaklaşmak sanatta, edebiyatta mümkün değilken yüzleşmek kolay da değil. Bu ikilem arasında kalındığında insanlar sizce ne yapmalıdır?
6-Hayatın herkese nasip olmayan, sadece kendinizin şekillendirebileceği bir ayrıcalıklar sayfası vardır. Herkese nasip değildir denmesinin nedeni, birçok insanın kontrolü başkasına bırakmayı doğru bir yol sanmasıdır.
Emin, güvenli ve çakıl taşsız...
Ama bu sayfanın büyüsü şudur ki; orada kendinizle bile rahatça konuşabilirsiniz, doğrularınızı, yanlışlarınızı tartışabilirsiniz. Ama sonuçlar da sizinle birlikte gelir. Kısaca tüm tercihleriniz, bilginiz sizi yönlendirir. Özgürlük de sizin defterinize yazdığınız kadardır. O yüzden zaman zaman hayalleriniz sizi yarı yolda bırakabilir. Çünkü hayallerinizin sınırını eksik ya da fazla çizmişsinizdir.
Oysa hayat dediğimiz ve sayfalara sığmayacak zenginlik, bir kuş gibi kısa süreli havalanmalara da açıktır.
Gözlemcinin doğrusu, yanlışı da sizin hoşgörü, dayanıklılık, sislerin içinden görebilmek yetilerinizle dengenizin içinde kapınızı her zaman çalabilir.
7. Film siyah – beyaz çekilmiş ama gözlemcinin vurulma sahnesinde yani son sahne de renkleniyor. İzleyicilere verilmek istenen mesaj nedir?
7-Filmin tek renkli sahnesi mavilikler ve sis bir sandal içinde sunulur bize. Arabacı tam zamanında mı gelmiştir?
Yoksa artık çok mu geçtir?
Sandaldaki kadının elinde bir kutu vardır. Geçmişin, geleceğin içiçe geçtiğini bize düşündüren bir kutu.
Sandal bize doğru sisin içinden kurtulmuş gibi ilerler. Ve kadın birden kutuyu denize bırakır; yolculuğa çıkmış gibi anılar okyanusun derinliğine doğru inişe geçerler ta ki bir kaya onları durdurana kadar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder