SOSYAL MEDYA

12 Ocak 2021 Salı

Suat Derviş (Saliha Şahin)

Umudundan ve Çalışmaktan Vazgeçmeyen Kadın

Tür: inceleme

 “Hayat ummaktı, hayat her şeydi! Hiçbir şeyin kalmadığının zannedildiği zamanda bile, ümit vardı. Çünkü hayat sayısız ihtimal ve imkânlar demekti.”

Fosforlu Cevriye romanında yazdığı bu cümle, Suat Derviş’in yaşam felsefesi hakkında fikir veriyor. Yaşamının her döneminde hayatı seven, yalnız kalmaktan korkmayan, mücadeleci ve cesur bir kadın olarak karşımıza çıkıyor.

Suat Derviş, Osmanlı aristokrat bir ailenin kızı. Hayat hikâyesi yazdıklarından daha fırtınalı ve ilginç. Liz Behmoaras’ın kaleme aldığı biyografisinde olağan dışı dönemde aydın bir Türk kadınının yaşamına şahitlik ediyoruz. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yılları olan 1900’lerin başından 1970’lere kadar olan dönemde Türkiye’de kadınların hayatı, mücadeleleri yanında, imparatorluktan cumhuriyete geçiş sürecinde ülkemizde edebiyat, basın hayatı ve sol düşüncenin seyri hakkında da bize çok değerli bir fotoğraf sunuyor. Suat Derviş’in hayat hikâyesini okuduğumuzda Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması, Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması aşamalarında İstanbul’da edebî hayatın kendi mecrasında akmaya devam ettiğine şahit oluyoruz.

Bir yaşam üzerinden bunca farklı konuda bilgi sahibi olmak mümkün mü sorusu akla gelebilir. Ancak söz konusu okuyan yazan, çalışan herhangi bir kadının hayatı değil. Mensubu olduğu aileye kısaca göz atarsak; babası tıp fakültesi profesörlerinden Dr. İsmail Derviş. Dedesi, Avrupa’ya eğitim için gönderilen ilk altı gençten biri olan Müşir Derviş Paşa. Babaannesi Şevkidil, Müşir Derviş Paşa’nın görünce vurulduğu sonradan ikinci eşi olacak bir rakkase. Anne tarafından dedesi; Mızıka-yı Hümâyun’un şefi, keman çalan Kâmil Bey Tercüman-ı Ahval gazetesi yazarlarından Nurullah İsmail Efendi’nin oğlu. Çerkez güzeli annesi Hesna Hanım, Arapça, Farsça ve Fransızcayı ana dili gibi biliyor ve yazı denemeleri var.

 Suat Derviş; Kadıköy Moda’da azınlıklarla beraber yaşam sürdüren, yüzü batıya dönük bu ailenin özgür yetiştirilmiş iki kızından biri. Edebiyat ve müzik küçüklüğünden itibaren hayatında oluyor. O tarihlerde Arap alfabesi kullanılsa da Latin harflerini evlerindeki Victor Hugo’nun kitaplarından tanıyor. Okumayı seviyor ve zamanla kitaplarının yanına, yazdığı defterleri ekleniyor. Suat Derviş ilk romanını yedi yaşında yazdığını söylüyor ama Moda’daki konakları yandığında muhtemelen bu roman da yok oluyor.

  Aile dostlarının oğlu olan Nâzım Hikmet'le hem meslek hem aşk hayatının dönüm noktalarında yolları kesişiyor. Kendisine aşık olan Nâzım’ın Suat’a ithafen yazılmış “Gölge” isimli bir şiiri var. Suat Derviş’in basılan ilk eseri Nâzım Hikmet’in Yusuf Ziya Ortaç’a götürdüğü ve 1920‘de Alemdar Gazetesinde yayımlanan Hezeyan isimli şiiri oluyor. Nâzım Hikmet'in aşkına karşılık vermemiş olsa da beraber zaman geçirmeye devam ediyorlar. Halide Edip Adıvar‘ı heyecanla dinledikleri meşhur Sultanahmet Mitingine Nâzım Hikmet’le birlikte gidiyor. Son eşi Reşat Fuat’la tanışmasına Nâzım Hikmet vesile oluyor.

Suat Derviş, yayımlanan ilk romanı Kara Kitap'ı 1921’de yazdı. Yaşı yirmiye ulaşmamışken şu cümleyi kurması, onun çevresindeki kadınları ne kadar iyi incelediğini göstermesi bakımından ilginç: “Neye dair olduğunu kendisinden sorduğum zaman, fikir kadını olmayıp sade his kadını olan annem dudaklarını büzerek: Bilmem!..” dedi. (Derviş. 1996:27). Suat Derviş yaşına göre derin bir ifade gücüne sahip, dile oldukça hakim.

 En bilinen eseri olan Fosforlu Cevriye’de; hayata sokak çocuğu olarak başlayıp sokak kadını olarak devam eden kahramanın hikâyesini anlatarak zamanına göre farklı bir konuya pencere açıyor. Fosforlu Cevriye, ilki 1959 yılında, sonuncusu 2000 yılında Mustafa Altıoklar tarafından olmak üzere dört kez sinemaya uyarlanan, müzikali de yapılmış bir eser. Suat Derviş’in yarattığı sevimli, samimi, kendince dürüst kadın kahraman Cevriye'yi çok seviyoruz. Romanda ruh hali derinlemesine işlenerek bir sokak kadınının dünyası ustaca açılıyor bize. Yazar sade, akıcı bir dil ile geriye dönüşlerle Cevriye'nin dünyasını ve sevdasını anlatıyor. Cevriye içinde bulunduğu olumsuz şartlara rağmen bezgin değil; çocuksu neşesini her daim muhafaza ediyor. Hayat üzerinde derin düşünmüyor, şikâyet etmiyor.

Suat Derviş gazeteciliği esnasında işçi kadınlarla yaptığı röportajlarda ve sokaklarda şahit olduklarını Fosforlu Cevriye romanında anlatmış sanki. Köprü altlarını, izbe işhanlarını, Eminönü, Galata, Unkapanı arka sokaklarını, salaş meyhaneleri usta bir gözlem yeteneği ve derin bir hissedişle seriyor önümüze.

1952’de yazdığı Ankara Mahpusu romanından Türkçeden Fransızcaya ilk tercüme edilen roman olarak bahsedilse de öncesinde Fatma Aliye Hanım’ın Udî isimli romanının Fransızcaya çevrilmiş olduğunu buraya not düşelim.

İki önemli romanı olan Ankara Mahpusu ve Fosforlu Cevriye, kahramanların hapisten çıkıp İstanbul’a dönmeleriyle başlıyor. Şehre döndüklerinde kimsesiz, aç ve üşümüş haldeler. Buradan hareketle Suat Derviş’in Almanya ve Paris yolculuklarının izlerini sürebiliriz. Konservatuarda okumak için ablasıyla gittiği Almanya'da sonradan ekonomik zorluklarla karşılaşıyor. 1930 yılında Almanya’da babasının kanser tedavisi ve ardından ölümüyle annesi ve erkek kardeşinin bakımını üstlenmek zorunda kalıyor Suat Derviş. Daha sonra Türkiye Komünist Partisi genel sekreteri olan kocası Reşat Fuat Baraner hapse düştüğünde İstanbul’da gazetelerin kapıları bir bir yüzüne kapandığında geçimini sağlamak için Paris’e gidiyor. 1951- 52 yıllarında Paris’te maddi olarak zor günler yaşıyor. Nâzım Hikmet'ten yardım istediği ve " Açım" diye bitirdiği bir mektubu var ki; konaklarda doğup, yabancı mürebbiyelerle büyüyen Suat Derviş'in hayatındaki iki uç noktayı göstermesi bakımından ilginç. Fakat yaşadıklarının hiçbiri eserlerindeki kadın kahramanlarında olduğu gibi hayat karşısında dik duruşunu, azmini ve enerjisini tüketemiyor.

  Suat Derviş’in romanlarını iki döneme ayırmak yanlış olmaz. 1930’a kadar yazdığı romanlarda gençliğinden izler taşıyan; konaklar, Çerkez dadılar, paşa baba ya da dedeler, saraylı teyzeler, faytonlar, piyanolar yer alırken, 1930’dan sonra gazetecilik mesleği romanlarını değiştiren bir unsur olarak karşımıza çıkıyor ve Suat Derviş sokağı, sefaleti, köprü altında yaşayanları, işçileri, fakirleri anlattığı eserler yazmaya başlıyor. 1937'de gazeteci olarak Sovyetler Birliğine gitmesinden sonra ise fikirleri biraz daha değişecektir. Behçet Necatigil’e yazdığı bir mektupta, kadın hayatlarını konu aldığı gençlik romanlarının, oyuncak bebeklerini terk ettikten sonra oyalandığı hayallerinden ibaret olduğunu; kişisel hayallerini değil hayatın kendisini konu almaya başladıktan sonra gerçek bir yazar olduğunu söyleyecektir.

Çağdaşı yazarlar arasında, Sabahattin Ali’yi, Nâzım Hikmet’i ve Peyami Safa’yı sayabiliriz. Romantik bir tarzda yazan Suat Derviş’in edebi dil açısından Peyami Safa ve Sabahattin Ali kadar güçlü olduğunu söylemek güç. Romanları tefrika olarak yazıldığından zaman kısıtının bir etken olduğu akla geliyor.

 Kadın konusunu ve sorunlarını işlemiş olsa da, romanlarındaki kahramanlarda feminist bilinci görmüyoruz. Suat Derviş kendi özgür, bağımsız yaşantısı nedeniyle feminist çizgidedir, ancak kahramanlarının bu bilinçte olduğunu söyleyemeyiz. Suat Derviş’in kadınları; dışa dönük, neşeli, halinden memnun, güvenli, kimseye benzemeyen, kendilerine has kişilikleri olan kahramanlardır. Kendisi de kadın kahramanları gibi sosyal bir insan olan Derviş, yaşama sevincini hiç kaybetmiyor. Yaşlandığında, şeker hastalığından dolayı gözleri görmediğinde bile evi gençlerin uğrak yeri oluyor.

Nazan Aksoy, adına düzenlenen sempozyumdaki bildirisinde, Suat Derviş bir muhalif yazar mıdır sorusuna cevap verirken; "Hayatı, kişiliği dönemine göre ilginçtir ve modern kadın kişiliğinin biçimlenişine örnek olabilecek bir hayattır. Fakat yazdığı romanlar yaşadıklarının, gördüklerinin, gözlemlerinin gerisinde kalmıştır. Bu yüzden romanlarıyla bütün olarak muhalif bir yazar sayamayacağımız kanısındayım," der. (İşçi, 2015:65)

 Romanlarında mekân olarak çokça kullandığı İstanbul, Yahya Kemal'in hayali şehir İstanbul'undan farklıdır. Onun İstanbul'u suçluları, sokak çocukları, fakirleri, açları ve kimsesizleriyle acımasız ve hayat kadar gerçek bir İstanbul'dur. (İşçi, 2015:121) Suat Derviş romanlarında kendi yetiştiği kalbur üstü mekânları, ait olduğu İstanbul’u değil, arka sokakları köprü altlarını ve oralardaki insanların İstanbul’unu anlatıyor.

Bu boyuttaki bir yazıda, otuzdan fazla roman, sayısız makale, fıkra ve eleştiri yazmış olan Suat Derviş'i tam anlamıyla anlatabilmenin mümkün olmadığının farkındayım. Bununla birlikte merak uyandırıp eserlerine ve hakkında yazılan kitaplara ilgi duyulmasını sağlayabilirse yazım amacına ulaşmış olacaktır.

KAYNAKÇA:

Behmoaras, Liz.(2017) Suat Derviş Efsane Bir Kadın ve Dönemi. İstanbul: Doğan Kitap

Derviş,Suat. (2013) Fosforlu Cevriye. İstanbul: İthaki Yayınları

Derviş,Suat.(1996) Kara Kitap. İstanbul: Oğlak Yayınları

Derviş,Suat.(2020) Ankara Mahpusu.İstanbul:İthaki Yayınları

İşçi, Günseli Sönmez.(2015).Yıldızları Seyreden Kadın-Suat Derviş Edebiyatı. İstanbul: İthaki Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Feridun Andaç

  KENDİ BAKIŞINDA BİR SES OLABİLMEK                                                                                                         ...